Kucaklaşma Zamanı - Notlar

Cuma, Kasım 23, 2007

Bir avuç gençtik.

Gücümüz az, sayımız az, tecrübemiz azdı.

Fakat ızdırabımız büyüktü.

Birikimi ve misyonu büyük bir milletin köleleştirilmesine karşı baş kaldırmış asil yüzlerdik.

Melek tabiatlı bir kuşaktık ve sevdamızı sıktığımız her ele, baktığımız her göze ve bastığımız her toprağa nakleden bir gönül ordusuyduk. Aramıza dünya giremezdi, kavga giremezdi ve ihanet...

Soframız her gün bereketlenen bir "Hendek sofrası"; duamız, milletimiz için "Yunus’un duası"ydı. Rahmet yağsın diliyorduk istikbale ve Rahmet peygamberinin yoluna serilmiş Yavuz’lardık.

Hatırlarmısınız o günleri ki milletimiz yetimdi. Devletimiz aciz ve meydanlar işgaldeydi.

O gün kimdi Hak ve millet davasını omuzlayan yiğitler? Kimlerdi"Kıbrıs,Kudüs,Türkistan" diye hıçkıran nefesler? Ve kimdi "Fatih’in torunları mı geliyor" dedirten kuşak? Sizdiniz ve siz "Milletim Uyan",diyordunuz,değil mi?

Anadolu’yu gergef gergef dokuyan bir aşkla iman tazeletenler kimdi?

Aşkın ve ilmin ikliminde yetişen nesilde ellerinizin izini görmüyor musunuz?

Görmüyor musunuz ümit verip hamiyetinizi esirgediğiniz bir millet, nasıl inim inim inliyor?

Ürpermiyor musunuz? Hürriyetlerinden olmuş bir neslin elleri yakanızda! Hissetmiyor musunuz?

Siz "tek yumruk" olmuşken meydan boşalıyordu. Siz varken Güneydoğu’da PKK olamazdı. Siz varken üniversitede komünizm kar gibi erirdi karşınızda.

Sizin adım attığınız sahada bir inkılap yaşanırdı. Siz korudunuz imam hatipleri, siz korudunuz kültürümüzü ve siz yaptınız en zor şartlarda "Millet müdafaası"nı!

Sizdiniz devletle milleti kucaklaştıran.

Sizdiniz Kerkük’le ağlayan, sizdiniz Halepçe’yi anlatan!

"Vatan Bölme Faaliyetleri"ni siz anlattınız, Çanakkale’yi anmayı, Fethi kutlamayı siz öğrettiniz. Memleketi mektep yapan sizdiniz.

Zayıf omuzlarınızda inancın ve mücadelenin bereketiyle yeni bir devir yükselttiniz.

Ya şimdi omuzlarınızdaki devasa yükü hissediyor musunuz.

Layık olmayan ellerde kaybolan değerler sizin değil mi? Kaybeden siz değil misiniz, çocuklarınız değil mi, özgürlüğünü?

Yıkılan ümitler kimin? Yakılan yürekler sizden değil mi? Ateşlere atılan sizin ciğeriniz değil mi? Yok olan, kaybolan gelecek çocuklarınızın olmayacak mı?

Ve siz neredesiniz? Ateşe sürülen körükte rüzgar olamazsınız.

Milletin hak ve özgürlüklerini gaspedenlere yoldaş olamazsınız. Ve asla bu hale göz yumamazsınız.

Ölü veya felç bir uzvun duygusuzluğu içinde yatamazsınız.

Zalimlerle beraber masumları da yakacak bir fitneye fırsat verici gamsızlığın timsali hiç olamazsınız.

Siz hamasetin değil haysiyetin adısınız.

Siz teekkülün değil tevekkülün;
tekebbürün değil tefekkürün ehlisiniz.

Siz; Türk milletinin varlık ve beka davasına adanmış, yeni bir medeniyetin yılmaz takipçileri olarak; modern çağda idealist insanın destanını yaşamış kahramanlarsınız.

Milletimizin iflah olmaz düşmanlarının yüzyıllardır yürüttüğü yozlaştırma, çürütme ve yok etme mücadelesi karşısında; özel hayatından cansiperane bir yiğitlikle feragat etmiş ve milli kültürümüz adına aşılmaz barajlar kurabilmiş ilim-irfan ordusu ve mütecessisi sizlersiniz.

Siz Yeniden Milli Mücadele çizgisinin onurlu, isabetli ve lekesiz, aydın ve kahraman alperenlerisiniz.

Öyleyse neydi ayıran şey bizleri?

Neydi aşamayacağımız engel?

Neydi paylaşamadığımız ya da neydi bizi bir çatı altına sığdırtamayan?

Bundan sonra, hedefleri ve inançları dışında her şeyi değiştirebilme iradesini gösterebilecek esneklikte, açılımda bir bünyenin değişen şartlara adaptasyonunda veya insanlarını kuşatma kabiliyetinde ne problem yaşanabilir?

Peki, ideallerimizin önünde olan şey nedir? Bugün artık, koca bir "hiç!" olduğu ortadadır.

Mücadele devam ediyor.

İstismara kapı aralamadan, kolaycılığa ve parsacılığa fırsat vermeden, çatışmanın adresi olmadan, milletine sadakatten ve meşruiyetten asla ayrılmadan kalıcı, örnek alınan ve takdir edilen vakur çizgisiyle; halisâne, hamiyetperver ve fedakarca yürüyor.

Bütün engellemeler, önlemler, düşmanlıklar ve yanıltmalara rağmen hiçbir kara leke almadan Milli birliğin meftunu ve sevdalısı olarak ölçülü çizgisini sürdürüyor.

Ne kınayıcının kınamasına ne aldatıcının yalanlarına, ne yönlendirmelere ne abartılara fırsat vermeden bu şanlı hizmeti omuzlamaya devam eden yiğit fikir ve inanç erlerinin, dava adamlarının olduğu kadar; bu dava sizin ve Milliyetçi-mukaddesatçı her bir vatan evladının da öz, asil ve asıl davası değil mi?

Nefsimizi ve karşımızdakinin nefsini incitecek her türlü eski meseleyi unutmaya ve yeniden kucaklaşmaya hazır mıyız?

İnancımızın emri bu iken, bizi bundan alıkoyan kör olası nefislerimiz değilse nedir?

Bu, Yeniden Milli Mücadele için yeniden birlik ve kardeşlik çağrısıdır.

Gelin devletimiz, milletimiz ve geleceğimiz için tek yumruk olalım. Ve Türkiye’yi tek yumruk kılacak iradede bütünleşelim.

Türk milletinin din, töre, düşünce, çıkar ve ideallerine bağlı; geçmişin tüm doğrularının varisi, gelişmeci, özgürlükçü, çoğulcu, ilerlemeci, sivil, aydın, meşruiyetçi, birlikçi nitelikleriyle bir milli oluşumun çatısında buluşalım. Ve milletimize bu mutlu ümit mesajını verelim:

Biz geliyoruz, gözünüz aydın! Ve biz;
Millet’iz.

Sokakta Ülkücüler, koridorda Mücadeleciler - Osman İridağ

Perşembe, Kasım 22, 2007


Mücadele Birliği çatısı altında toplanan bir grup idealist gencin amacı sağın antitez hareket olmadığını ispatlamaktı. Sol ile mücadeleyi silahla değil fikirle yapmayı amaç edindiler ve Marksizmi bir solcu kadar öğrendiler. Kısa sürede çoğaldılar ve Türkiye’nin ihtiyacı olan ‘milli’ kadronun oluşmasında etkili oldular. Bugün ülkücülerin ve akıncıların gölgesinde kalmalarına rağmen solun en çekindiği hareket olmayı başardılar.

Metin Toker, ‘Solda ve Sağda Vuruşanlar’ kitabında Mücadele Birliği ile Dev—Sol’u mukayese ederek Yeniden Milli Mücadeleciler için sağın Dev—Genç’i tanımını yapmıştı. Yetmişli yılların başında solun en büyük örgütü olan Dev—Genç’in muadilinin Ülkü Ocakları ya da Akıncı örgütleri değil de Mücadele Birliği olarak görülmesi bugün biraz garip görünebilir. Kendisi de Mücadele Birliği üyesi olan Hüseyin Gülerce’ye göre ise bu tanımlama son derece normal; “Biz sokak çatışmalarında olmadığımız için o dönemde nazara verilen daha çok ülkücülerdi. Metin Toker sağın Dev—Genç’i diyerek bilinenin doğru olmadığını, sağdaki en güçlü teşktilatın Mücadele Birliği olduğunu söylemek istiyor.” Sola yakın sağa uzak olan Metin Toker’in bu tanımlaması dışında Mücadele Birliği’nin aktif üyesi olan ve sonrasında hareketten ayrılan Cemil Çiçek de Yeni Şafak’ta yayınlanan röportajında bu hareketle ilgili ilginç bir iddiada bulunmuştu: “Yeniden Milli Mücadeleciler devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde çalıştı.” (site notu: Devlet kurum olarak tabi ki kitlesel hareketlerle ilgilenecek ve bilgi toplayacaktır. Buradan birliğin devlet güdümünde olduğu sonucu çıkartılmamalıdır) İki tanım arasında kalan bu hareket yetmişli yıllara damgasını vuran öğrenci örgütlerinden biri oldu. Sağın fikir kalesiydi, Türkiye’nin ihtiyacı olan kadroları yetiştirmek için yola çıktılar. Ne kadar başarılı oldular? Mücadele Birliği’nin anlamı neydi? Hangi amaçla kuruldu, ne kadarını gerçekleştirdi? Nasıl bir ‘misyon’ üstlendi? Bilgili ve donanımlı insan yetiştirmesindeki sır neydi? Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra neden kendilerini Milli Mücadeleci olarak tanımladılar? Soruları uzatmak mümkün. Cevaplar ise fazlasıyla aşağıda...

Fikre karşı fikir.

Altmışların sonu ve yetmişli yılların başı. Sol üniversitelerde kısa sürede örgütlenmiş ve onbinlerce taraftar bulmuş. Sağda ise örgütlenme Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında devam ediyor. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB dört yıl süreyle bu işlevini yerine getiriyor. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB’nin pasif kalması birlik içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden olur. Alparslan Türkeş’in parti kurmasıyla birlikte Ülkü Ocaklarına giden gençlerden ayrı olarak Aykut Edibali ve bir grup arkadaşı da “başka bir çatı” arayışına hız verir. Onlar solun argümanları karşısında sadece antitez olmak istemiyorlar ve karşı tezlerle birlikte solla fikri bir yarışa girmek istiyorlardı. Sol ise örgütlenmesini çoktan tamamlamış, fikri mücadele ile birlikte kendi ifadeleriyle “sokaklara hakim olmuşlardı”. MTTB’den koparak Ülkü Ocakları çatısı altında toplanan milliyetçi gençler sokaklara ve şehirlere inen sol grupların karşısında vatanı koruma görevini üstlenmek zorunda bırakılırken, Edibali ve arkadaşları Mücadele Birliği adıyla bir örgütlenme başlatır. Ancak Mücadele Birliği İstanbul yerine Konya’da kurulur. Edibali ile birlikte bu işin fikir babalığını yapan ve daha sonrasında da teşkilatlanmanın başındaki isim olarak görev yapan Yavuz Aslan Argun derneğin kuruluşunu şöyle anlatıyor: “Aykut Edibali ile biz çocukluk arkadaşıyız. Bütün öğretim hayatımız birlikte geçti. Necip Fâzıl, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Nihal Atsız gibi sağın fikir adamlarının düşüncelerini hatmederek büyüdük. Mücadele Birliği fikri bizde uzun süre önce oluştu. Bu arada Afyon’a Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden stajyer vaizler geldi. Değişik camilerde vaaz veriyorlardı. Bu arkadaşları tanıdıktan sonra Anadolu’da ciddi bir kitle olduğunu gördük ve onlara fikrimizi açtık. Bu arkadaşlar 1968 yılında derneği kurdular. Altı ay sonra da İstanbul’a şubesini açtık. Tabii ki asıl merkez İstanbul oldu.”Aykut Edibali hareketin fikir babası olarak kendini görüyor ve kuruluşu 1964 yılına kadar götürüyor. Türk sağının MTTB çatısı altında belli bir noktaya geldiğini; ancak o noktadan sonra yeni arayışların başladığını söylüyor: “İnsanların ülke sorunlarının çözümü konusunda fikrî düşünceye, bilime dayanan bir hazırlığa sahip olmaları gerektiğini söylüyorduk. Amacımız projesi, dünya görüşü, amacı olan insan kadrosu yetiştirmek ve kadrolaşmaktı.” Birlik vitrindeki liderinin de ifade ettiği gibi kısa bir süre içinde üniversitelerde hakimiyet kurmaya başlar. Yüksek Öğretmen Okulları, Mücadele Birliği’nin kalesi haline gelir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan Yüksek Öğretmen Okullarına hakim olmak öğrenci dernekleri için büyük prestij kabul edilmektedir. Çünkü bu okullar Anadolu’nun bütün rengini yansıttığı gibi, en zeki öğrencileri de bünyesinde barındırıyordu. Kendi illerindeki okullarda başarılı olup dereceye giren öğrenciler Yüksek Öğretmen Okullarında okumaya hak kazanıyorlardı. Anadolu’nun muhafazakâr geleneğiyle donanmış gençler “solcu değilsen adam değilsin” mantığının hakim olduğu üniversitelerde kısa süre içinde sol propagandanın etkisi altına girerek, bu özelliklerini kaybediyorlardı. O dönem Yüksek Öğretmen Okulunda öğrenci olan, Zaman Gazetesi yazarlarından Hüseyin Gülerce, namaz kılan, oruç tutan bir çok öğrencinin ilgilenen olmadığı için solcu olduğunu söylüyor: “Dev—Genç bu okulları üs olarak seçmişti. Mücadele Birliği, Ülkü Ocakları ve MTTB’den farklı olarak Yüksek Öğretmen Okullarında daha etkili bir kuruluştu. En güçlü olduğumuz yer ise İstanbul’du. 1970 yılında solcular Fen Fakültesini işgal edip sağcı gençleri okula almayınca biz de Yüksek Öğretmen Okulunu işgal ettik, oraya solcuları almadık.”

Altın dönem

Mücadele Birliği’ni diğer sağ derneklerden ayıran özelliklerinden biri hiçbir siyasi akımın temsilcisi ya da alt grubu olmamasıdır. Siyasi bir harekete dönüşmek yerine ülkeye hizmet edecek insan kadrosu yetiştirmek amaçlanıyordu. Aykut Edibali Türkiye’de yapılan ihtilallerin başarısızlığının en önemli nedeni olarak yetişmiş insan kadrosunun yetersizliğini gösteriyor. Hareket sonrasında dağılma sürecine girmesine rağmen kadro yetiştirme geleneğini uzun süre kaybetmeyerek bir anlamda başlangıçtaki hedefine ulaşmış oldu. Buna rağmen Ülkü Ocakları ve MTTB gibi çatılar varken ayrı bir derneğe neden ihtiyaç duyulduğu sorusu hep akıllarda kaldı. Edibali ile birlikte hareketin fikir babalarından olan Yavuz Aslan Argun bu farklılığı şöyle anlatıyor: “Biz elhamdülillah Türktük ama Türkçülük tarzı bir harekete o günlerde itibar etmedik. İçimizde Türk gökkubbesinin alt gruplarından insanlar var, onlara Ziya Gökalp tarzı Türkçülükle yaklaşmak doğru değildi. Necmettin Erbakan hareketini ciddi olarak hiç tasvip etmedik. T.C. devletinin kuruluşu ile Erbakan hareketinin İslami modeli arasında mutlak bir çatışma olacağını, ileride devletin iktidarına talip olsalar bile bu konuda ihtilaflı bir durumun ortaya çıkacağını ve Türkiye’nin zarar göreceğini düşünürdük. Bunu hissetmiştik.” İnançlarının emrettiği gibi yaşama konusunda da ülkücüleri pasif buluyor, hayatlarının tamamının ‘dava’ya adanması noktasında da bütün sağ gruplardan daha fedakâr olduklarını düşünüyorlardı. MTTB’nin ise disiplin anlamında yetersiz olduğunu ve öğrenci derneği olarak kalmasını istiyorlardı. 20 kişilik bir ekiple kurulan hareketin büyümesi ise oldukça hızlı oldu. 1968 yılından 12 Mart’a kadar geçen dönemi Mücadele Birliği’nin altın dönemi olarak ifade edersek yanlış yapmayız. Hareketin kurucuları arasında yer alan 20 kişiden bir çoğuyla yaptığımız görüşmeden çıkan sonuç bu. Çünkü o tarihe kadar birlik içinde hiçbir ayrım, bölünme ya da ‘isyan’ olmuyor.

“Bir kişinin burnunu kanatmadım”

“Ben hiçbirinin burnunu kanatmadım, çocuğum gibi üzerlerine titredim, sattırmadım, ne kan sattım ne sattırdım. Türkiye’de benden başka hiçbir lider bunu diyemez” Bu sözler Aykut Edibali’ye ait. Edibali’nin kişisel hırsları ve yanlışları nedeniyle ayrılmaların yaşandığını düşünenler bile bu görüşe itiraz etmiyor. Yani sokakların kan gölüne döndüğü yetmişli yıllar boyunca bir tek Mücadele Birliği üyesinin burnu kanamamıştı. Çünkü hareketin özelliğinin başında şiddete karşı olmaları geliyordu. Yavuz Aslan Argun şiddet konusunda örgütün kesin emri olduğunu ifade ediyor: “Arkadaşlarımıza hep sokak kavgalarından uzak kalmalarını söyledik. Mücadele sadece fikri planda yapılacak diye kesin emir verdik. Bizim aktif elemanımız olan hiç kimse bu dönemde öldürülmemiştir. Biz de karşı taraftan kimseyi öldürmemişizdir. Şer hareketlere karşı bunu yapabilmiş olmak bizim en büyük efsanemizdir.” Ancak tamamen şiddet olmadığını söylemek güç. Nitekim Hüseyin Gülerce de silah kullanmadıklarını ama gerektiğinde sopalarla nöbet tuttuklarını ve okullarına yapılan saldırılar karşısında kendilerini müdafaa ettiklerini söylüyor. Bireysel olaylar dışında kurallara katı olarak uyuluyordu. Zaten konjonktür de onların sokağa inmelerine gerek duymuyordu. Hareketin ilk yıllarında sekiz yıl süreyle haftalık olarak yayınlanan Yeniden Milli Mücadele Dergisi’nin (Dergi ismi nedeniyle bu kişiler Yeniden Milli Mücadeleciler olarak da biliniyor) sahibi olan Ömer Ziya Belviranlı, Mücadele Birliği’nin ne olduğunu şöyle anlatıyor: “O günkü şartlarda sağın en büyük eksikliği ilmi temele dayanan fikir hareketlerini modelize edememek olmuştu. Sol karşısında sağ antitez olarak kalıyordu. İnancımızdan ve temel kültür değerlerimizden kaynaklanan ciddi bir doktrin hareketine ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Bunun için temel kaynakların tamamını tarayarak bir inkılap ve ilmi sağ modeli oluşturmaya çalıştık. İlmi sağ, kaynağını doğrudan doğruya inancımızdan alan milli, yerli ve bizim kültür değerlerimizi, sanat değerlerimizi en ince ayrıntısına kadar modelize edip ona sahiplenen bir harekettir. Propagandaya dönüştürülmesi için yapılması gereken eğitim çalışmalarını çok ciddi bir disiplin içinde yaptık. Böylece teşkilatımız bünyesindeki arkadaşlarımızda fevkalade bir kültür birliği oluştu. Bu kültür birliği ortak hareket birliğini sağladı. Bu da ister istemez muhataplarımıza etkisini gösterdi.” Belviranlı, Mücadele Birliği’nin zamanla sağdaki dağınıklığı, kendini ifade edememe problemini çözerek karşı tarafı ciddi anlamda paniğe sevk ettiğini de söylüyor.

Sol kadar solu öğrendiler

Birlik üyeleri kendilerini yetiştirme konusunda o kadar disiplinlidirler ki sadece sağ fikirleri öğrenmek yerine bir solcu kadar Marks’ı, Lenin’i, 17 Ekim Devrimi’ni, sosyalizmi ve solun diğer argümanlarını öğrenmek zorunda kalırlar. Öyle ki bir çok solcuyla girdikleri fikri münakaşada solcuları pes etmek zorunda bırakırlar. Solun ideologlarından biri olan İdris Küçükömer de bu gerçeği teyit ederek, “Bu mücadeleciler solculuğu bizden daha iyi biliyor” demek zorunda kalır. Tabii herşeye rağmen sağın klasik söylemlerinden de kurtulamazlar. Türkiye’de bütün olayların arkasında Yahudi zihniyeti aranıyor, ülkenin komünizm ve siyonizm tehdidi altında olduğu iddia ediliyordu. Zaten Mücadele Birliği üyeleri de kendilerini tanımlarken antikomünist, antikapitalist, antisiyonist, antiemperyalist, milli değerlere bağlı ve İslama saygılı olma vurgusunu yapmayı tercih ediyordu.

En teşkilatlı dernek

Mücadele Birliği’nin özelliklerinden biri de sağdaki en disiplinli teşkilat olmasıdır. Aykut Edibali’nin imzasını taşıyan “Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri” isimli kitapta mücadeleci bir gencin ne yapması, nasıl davranması gerektiği anlatılıyor. Kitap müşterek yazılmış olmasına karşın Edibali’nin ismiyle yayınlanmış. Disiplin ve hiyerarşi anlayışıyla dikkat çeken kitap bir mücadelecinin 24 saatini düzenlemeyi amaç edinmiş. O dönemde hareketin içinde yer alanların bugün de öğünerek söyledikleri bir şey var: “Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir mücadeleciyle tanışırsanız, Türkiye’deki bütün mücadelecilerle tanışmış olursunuz.” Yavuz Aslan Argun’a göre bu kitap sağda ilk kadrolaşma hareketiydi ve ülkücü hareket de bu kitaptan esinlenmişti. Mücadele Birliği’nde diğer sağ örgütlenmelerde görülmeyen uygulamalardan biri de tart olayı idi. İslami hiçbir müessesede uygulanmayan, bir sahabeye Peygamber Efendimiz döneminde çok kısa süreli tatbik edilen ‘tart’ uygulaması mücadeleciler tarafından oldukça sık kullanılmış. Kitapta belirtilen kurallar dışına çıkan birinin hareketle bütün ilgisi kesilmiş, onunla konuşulması yasaklanmış. Türkiye’de sol örgütlerin çok sık uyguladığı bu sistemin fikir babası olan Lenin, Hıristiyanlıktaki aforoz uygulamasından esinlenerek bu uygulamayı başlatmış. Ne yazık ki bu uygulama zaman içinde Yeniden Milli Mücadelecilerin felaketini hazırlamış.

Bilge lider eksikliği

Yaşlı ve bilge bir liderin olmaması hareketteki ayrılmaların nedenlerinden biri olur. Bir kadro hareketi olarak ortaya çıktıkları için doğal lider yoktur. Eşitler içinde en eşit olarak Aykut Edibali lider seçilir. Yeniden Milli Mücadele dergisinde kimsenin imzası kullanılmaz. Yazılar ortaktır, hareket ortaktır, yaşam ortaktır ve dava ortaktır. Bu hareketin Mehmet Zahid Kotku, Necip Fâzıl, Seyyid Abdülhakim Arvasi, Said Nursi gibi bir yol göstericisi de yoktur. Zaman içinde Aykut Edibali’nin şahsi hareket tarzı ve liderlik hevesi de ayrılmalarda etkili olur.

Muhtıra ile gelen kırılma

12 Mart 1971 tarihi, Yeniden Milli Mücadeleciler için de yeni bir dönemin habercisi olur. Hareketin çekirdek kadrosu parçalanır. Necmettin Türinay, Cemil Çiçek, Ömer Ziya Belviranlı, Taha Akyol gibi isimler Mücadele Birliği ile yollarını ayırır. Kimilerine göre bu kırılmanın nedeni Aykut Edibali’nin kişisel yanlışları olurken kimilerine göre de ‘misyon’un bitmesidir. İlk ayrılan grup arasında yer alan Ömer Ziya Belviranlı ayrılma gerekçelerini lidere bağlıyor: “Bazı taktik ve söylem hataları oldu. Bunları mümkün olduğunca düzeltmeye gayret ettik. Fakat bazı dönemlerde fazlasıyla hareketin siyasallaşması, bazı insanların dolaylı etkileri sebebiyle asıl hedeflediğimiz düşüncelerden ve hareketlerden uzaklaştık. Gelişen olayları müzakere etme ve tavır koyma noktasındaki eksiklikler arttı. Bizim hayal ettiğimiz birtakım gelişmeler bazı insanların durgunluğu ve meseleye ciddiyetle eğilmemeleri nedeniyle hüsrana uğruyordu. Alttan gelen isimlerin ön plana çıkması lider pozisyonundaki bazı ağabeyleri rahatsız etti.” Hüseyin Gülerce, Mücadele Birliğinin askeri muhtıra sonrası dağılma sürecine girdiğini düşünüyor: “Bu süreçte Aykut Edibali’nin tavrı çok önemlidir. 12 Mart’tan sonra sanki Mücadele Birliği kendisine verilmiş bir vazifeyi tamamlamış da görevini yapmış, artık kendisine ihtiyaç kalmamış gibi bir anlayışla dağılma süreci yaşadı. Bu dönemde kimlerin, hangi kurumların, hangi şahısların ne şekilde görev yaptıklarını bilemem. Bizim bütün hayatımızı verdiğimiz ve özel hayatımızın tamamen sıfırlandığı bir şekilde çalıştığımız Mücadele Birliğinde 12 Mart’tan sonra yaşananlar arzuladığımız şeylerle hiç bağdaşmıyordu. Yanlışlığı liderinize söylüyordunuz ama o yanlış düzeltilmek yerine daha büyük bir yanlış yapılıyordu.”

Devletin eli

Hüseyin Gülerce Mücadele Birliği için iki tanım yapıyor. İlk tanımda Türkiye’yi kurtarmak için yola çıkan idealist gençlerin samimi tavırlarını örnek verirken, ikinci tanımı bugün bilinen manasıyla yapmak gerektiğini söylüyor ve “Bugün Mücadele Birliği’nin ne anlama geldiğini, asıl itibariyle ne ifade ettiğini en güzel devletin arşivlerinde buluruz” diyor. Bu, Cemil Çiçek’in “Yeniden Milli Mücadele Hareketi devletin bilgisi dahilindeydi” açıklamasıyla örtüşüyor. Aykut Edibali iddiaları şiddetle reddedip, böyle bir şey olsa gocunmayacağını, devletiyle iftihar ettiğini söylerken, Yavuz Aslan Argun da kendilerini yönlendirmek isteyenlerin olabileceğini ancak denilen tarzda bir durumu bilmediğini söylüyor. Belki de birlik ile ilgili en çok yapılan spekülasyonun başında bu konu geliyor. Yavuz Aslan Argun, hareketi fikirleriyle etkileyen isimlerden biri olarak Ziya Uygur’u gösteriyor. Argun, emekli bir asker ve Emekli Orgeneral Nurettin Ersin’in sınıf arkadaşı olan Ziya Uygur’la ilgili şunları söylüyor: “Kendisi asker emeklisi, ciddi, kaliteli, bilgili bir insan. Bizim siyasi ufkumuzu açan çalışma ve eğitimleri oldu. Ciddi olarak tabi olmak değil fakat söyledikleriyle yön tesbitinde bize istikamet verdi, okuma yönünde teşvik etti. Okuyarak, çalışarak meselelere doğru yaklaşmamız gerektiğini gösterdi, dost düşman ayrımını onun sayesinde daha iyi anladık.” Ziya Uygur’la girilen yakın ilişki hareketin devletle olan bağlantısı konusunda akıllardaki soru işaretlerinin artmasına neden olur. Yeniden Mili Mücadele Dergisi’nin devlet güçleriyle ilgili yayınlarında da gözle görülür bir değişim yaşanır. Bu organlara yapılan vurgu ve yüklenen anlam artar.

AP ile gelen bölünme

İlk kırılmanın ardından hiçbir şey eskisi gibi olmasa da Mücadele Birliği gerek yayınları, gerekse etkinliği ile kendine biçtiği misyon doğrultusunda faaliyetlerine devam eder. Yetmişli yılların ortalarına kadar küçük bölünmeler yaşanır; ama bunlar belirleyici olmaz. 1975’e gelindiğinde hareketin siyasal parti haline gelmesi için çalışmalar yapılır. Aykut Edibali, Millet Partisi’ni ele geçirerek siyaset yapma isteğini gösterir. Ancak başta Yavuz Aslan Argun olmak üzere beyin takımında olanlar itiraz eder. Argun’un fikri merkez sağda herkesi toplayan bir partide siyaset yapmaktır: “Türkiye’de sol ve sağ çatışma yükselirken mutlaka askeri müdahalenin ülke için gerekli olduğunu görüyorduk. Bu kavgayı ayıracak olanlar, ayırma anında yeni bir siyasetin oluşmasına neden olacaklar. Mücadeleciler de merkez sağdaki büyük partiyle birleşerek siyasete devam edebilirler diyorduk. Ama Aykut Edibali kendi inisiyatifiyle Millet Partisi fikrini ortaya attı.”Millet Partisi fikrinin tabandan gelen tepkiler sonucu başarıya ulaşamaması birliğin siyaset arayışında yeni hedefler belirlemesine neden olur. Bu kez de merkez sağın en büyük partisi Adalet Partisi ile ilişki başlar. Tabandan gelen itirazlara rağmen yönetim AP ile anlaşıp, bu partinin gençlik kollarını örgütleme yoluna gider. Yeni söylem Mücadele Birliği’nin doğuş gerekçeleri arasında yer alan siyaset dışı kalma ilkesinin tamamen sona erdiğini gösterir. Ayrılmalar artar ve 12 Eylül darbesi olmadan Hüseyin Gülerce’nin ifadesiyle Yeniden Milli Mücadelecilerin yüzde 95’i yuvayı terk eder. Bir dönem aynı davaya hizmet ettikleri arkadaşlarıyla mücadeleye girmemek için de yeni bir oluşum istemezler. 12 Eylül sonrası Aykut Edibali kendisini terk etmeyen arkadaşlarıyla birlikte Islahatçı Demokrat Parti’yi kurarak Mücadele Birliği’nin yerinin artık siyasal parti çatısı olduğunu göstermek ister. Ancak birlikte yola çıktığı insanların büyük kısmı artık yanında değildir. Yetmişli yıllarda Yeniden Milli Mücadele Dergisi’nde yazılar yazan ve hareketin içinde yer alan Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren siyasallaşmanın normal ama zaman ve yönteminin tartışmalı olduğunu düşünüyor: “Siyasallaşmanın zamanı mıydı? Açılım alanı AP mi olmalıydı? Bunlar üzerinde düşünülecek, tarifi yapılacak konular. Daha sonra bu hareket bağımsız siyasal hareket olarak ortaya çıktı. Mücadele Birliği AP ile ilişki kurarken kendi kadro bütünlüğünde bir yaralanma yoktu, ama IDP hareketine geldiğinde düşünce çizgisi itibariyle de ciddi bir sapmanın içine girdi.” Mücadelenin ilk yıllarında hareketin kalesi olan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenci liderliği yapan ve bugün Öğretim Üyeleri Derneği Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Şefik Dursun amaçlarının asla siyaset olmadığı iddiasında: “Bu memlekete bağlı, zekası iyi, kabiliyetli insanları eğitmek, birbirlerini sevdirmekti amaç. Toparlanalım da Türkiye’nin siyasetini şöyle yapalım demiyorduk. Milli devlet diyorduk. Bu milletin menfaatlerine dayalı çözümler üretecek, milletini kucaklayacak bir devlet arzumuz vardı.”

Kardeşlik birliği

Birlik dağılmış olsa ve ayrılanlar eski liderleri hakkında hiç de iyi sözler söylemese bile ayrılanlar kendi aralarındaki ilişkiyi koparmamayı başarır. Bu Türkiye’de sol örgütlerin en iyi yaptığı işlerin başında geliyor. Bugün resmi olarak hiç bir örgütlenme altında bir arada değiller; ama hâlâ birbirlerini seviyor ve kolluyorlar. Bunun sırrının ne olduğunu yine kendilerine sorduk. İşte Ömer Ziya Belviranlı’nın sözleri: “Bizim aramızdaki ilişkilerde fikir beraberliği ötesinde müthiş bir ideal birliği vardır. Bu öz kardeşliğin üzerindedir. Her şeyiyle paylaşım, yardımlaşma öyle bir alışkanlık haline gelmişti ki bizi gören insanlar farklı gözle bakmaya başladılar. Biz de birbirimize daha fazla sahiplenmeye başladık.” Hüseyin Gülerce de bu sorunun cevabını uzun yıllardır düşündüğünü belirterek şöyle bir cevap bulduğunu söylüyor: “Biz o dönemde canımızla imtihan olduk. Yanınızdaki arkadaşınız kurşunlanıyor, dövülüyor ve hiç bir özel hayatınız yok. Kendinizi tamamen Allah rızası için milletinize adıyorsunuz. Aslolan Türk milletinin geleceğidir, kurtulmasıdır diyorsunuz. Birbirimizle karşılaştığımız zaman aradan geçen 30 sene bir anda kayboluyor.”

“Türkiye’yi salladık”

Bugün artık ellili yaşlarını yaşayan ve bir dönem üniversite gençliği üzerinde etkili olarak ‘milli’ kimlikle donanımlı kadroların yetişmesinde öncülük yapan Mücadele Birliği artık tarihte kaldı. Peki hedeflerine ne kadar ulaştı? Son sözü Aykut Edibali’ye bırakıyoruz: “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.”

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11777

Müslümanlar Birbirlerinden Korkmaktan Vazgeçsin - Bekir Fuat

Aykut Edibali’nin liderliğini yaptığı ve 1967-1980 yılları arasında etkin olan ‘Yeniden Milli Mücadele Hareketi’nin kurucularından İrfan Küçükköy bu hareketi ‘Bir Uyanışın Anatomisi’ ismiyle kitaplaştırdı. Küçükköy’ün ‘Bir milli uyanış hareketi’ olarak tanımladığı ‘Mücadeleciler’ masonlara karşı aldığı tavırla da biliniyordu. 12 Eylül hareketinden sonra dağılmalarına ve ‘birileri’ tarafından kara listeye alınmalarına rağmen mensupları Türkiye’nin resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarında üst düzey görevlerle karşımıza çıktılar. Adalet Bakanı Cemil Çiçek’ten Milliyet gazetesi yazarı Taha Ayol’a kadar pek çok seçkin mücadeleci kökenli politikacı ve aydın var. Biz de Türkiye’nin belli bir dönemine damgasını vuran ve hala etkisini sürdüren bu hareketin önde gelen isimlerinden Araştırma ve Kültür Vakfı Ankara Şube Başkanı Mehmet Özutku ile ‘Mücadeleciliği’konuştuk.

- ‘Yeniden Milli Mücadele’ neyi ifade ediyor ve nasıl doğdu?
-Ülkenin üç asırdır içinde bulunduğu kültür erozyonu her aklı başında insanı çareler aramaya sevk etmiştir. Biz de gençliğimizden itibaren ülkenin meseleleri üzerinde bir gurup arkadaş düşünmeye başladık. 50’lerin sonunda… Bu dostluk daha sonra bir harekete dönüştü. Bizim Aykut Edibali ve Yavuz Aslan Argun’la orta okul-lise çağlarından itibaren arkadaşlığımız vardı. 68’de Afyon’da teşkilatın Afyon sancağı açılışı dolayısıyla aktif olarak harekete katıldım.

- Ne tür faaliyetleriniz vardı?
-Kültür çalışmaları yapıyorduk.

- Hedefiniz neydi?
-Milli devletti. Dış baskılardan azade, sömürüden uzak, içeride birbiriyle uyumlu, bir millet. Hedef, ülkenin içinde bulunduğu meselelerden kurtuluşu sağlayacak bir kadronun oluşmasıydı. Bugün bir milli mücadele hareketine dünkünden daha çok ihtiyaç var.

- Milli Mücadele Hareketi dini bir hareket miydi?
Tabii temel kimliğimiz İslam. Bu kimliği hayata nasıl yansıtabiliriz, bugünün meselelerine, bu kimliğimizle nasıl çözüm üretebilirizin derdindeydik.

- Ne tür kitaplar okunuyordu?
-Okuduğumuz temel kitap, Kur’an-ı Kerim’di. Siyer vardı bir de. Daha sonra kendi yayınevimizin yayınladığı Kadroların Vazifeleri gibi temel düşüncelerimizi oluşturan kitaplar vardı. ‘Kavgam’ falan yoktu onu merak ediyorsanız.

- Bir ihtilal düşüncesi var mıydı?
-İhtilal falan da yoktu kafamızda. Ülkenin meselelerini çözebilecek insanlar yetiştirmekti derdimiz.

- Lideri nasıl belirlediniz?
-Başlangıçta çalışmalar fevkalade disipline idi. Ve lider düşünceydi, inançtı. Lider bu inançlara uyduğu sürece muteberdi. Bu düşüncelerle Aykut Edibali lider olarak seçildi.

- Mensubu az ama etkisi büyük bir hareketti… (site notu: 75-76 senesinde dağılmaya başlamadan önce mensubu az bir hareket değil, kitlesel bir harekettir)
-Halka intikal etmiş bir hareket olduğu için böyleydi. İçerdeki eğitim faaliyetleri belli bir süre sonra dışarıya da açıldı. Bu suretle biz de kendimizi test etmiş olduk. Gerek politikada, gerek edebiyatta gerekse sosyal hayatta düşüncelerimiz, projelerimiz çok büyük rağbet gördü. ‘Yeniden Milli Mücadele’, ‘Gerçek’ ve ‘Pınar’ dergileri birbirini takip etti. Her hafta gündemi tayin eden bir baş yazı vardı. Ayrıca Türkiye ve dünyadaki politik, ekonomik ve sosyal gelişmelerin analizi yapılıyordu. Bu ülkenin meselelerine samimiyetle çözüm aranıyordu.

- Peki böyle samimi bir harekette sonradan niye bölünmeler söz konusu oldu?
-Dışarıya açılan hareketlerin zaman içinde bir takım zaaflara düçar olması mukadderdir. Bizim Çanakkale için bir tespitimiz vardır: Büyük bir cesaret, büyük bir fedakarlık ve çok büyük bir zaferdir ama liderliği çok zayıf bir zaferdir. Ben bizim hareketimizi de buna benzetiyorum. Yani liderlik çok zayıf kalmıştır, zayıf kaldığı için taşıyamamıştır kitleyi.

- Bu bölünme sürecinde neler yaşandı?
-Başlangıçta lider inançtır, fikirdir, idealdir diye yola çıkanlar sonradan liderin söylediği her şey doğrudur noktasına geldiler. Onun için de ayağı topallaya başladı. Tabii böyle davrananlarla bundan rahatsız olanlar arasında bir sürtüşme de başlamış oldu.

- Ayrılığın fikri bir temeli yok muydu yani?
-Tabanın eğitimi ve sorumlulukları karşılanamadı. 1971’den sonra hareket kendisini tekrarlamaya başladı. Fikir üretimi durdu, o dönemde aşağıdan ikazlar yapıldı ama bu ikazlar dikkate alınmadı. Aslında düşüncede bir farlılık yoktu, fark metottaydı. Liderin söylediği tek doğrudur çizgisinde olanlar devam etti. Biz de bu dönemde, 77-78 yıllarında hareketten koptuk.

- Devletin milli mücadele hareketini kullandığı yönündeki iddialara ne diyorsunuz?
-Bizim takip ettiğimiz politika ile Amerika’nın veya Türk devletinin takip ettiği politikalar arasında uyuşan noktalar vardı. Mesela, Amerika da anti komünistti, biz de öyleydik. Türk devleti anti kapitalist, anti Siyonist, milli değerlere bağlı bir devletti, biz de böyleydik. Biri beni kullandı paranoyasından kurtulmalıyız. Benim de işime geldiği için beraberdik. ABD’nin desteğini ve Türk devletinin desteğini almak benim işime geliyordu, benim desteğim almak da onların işine geliyordu.

- Bugün de böyle mi düşünüyorsunuz?
-Evet, her şeyden önce ben kendime güveniyorum. Biz dün daha çok anticilikle uğraştık. Bu hataydı, oysa nasıl tez olabiliriz bunu düşünmemiz gerekiyor. Birileriyle bir araya ya da karşı karşıya gelmekten korkmamızın temel nedeni tezimizin olmaması. Bizim günümüz meselelerine çözüm önerebilecek insanlara ihtiyacımız var.

- Hareketin finansmanıyla ilgili çeşitli iddialar da oldu. Hareketi İngilizlerin, Siyonistlerin finanse ettiğinden söz edildi…
-Bir söyleminiz, bir davranışınız filan şahsa benzeyebilir, ama bu sizin o şahıs olduğunuzu yada o şahıs tarafından desteklendiğinizi göstermez. Hareket, harekete gönül veren insanların fedakarlıklarıyla finanse edildi. Benim hanımım bileziklerini koymuştur. Ben aldığım maaşın eve yetecek kısmını ayırmış, ötesini faaliyetler için kullanmışımdır. Bütün arkadaşlarımız böyleydi.

- O dönemde Aykut Bey’in bu insanlardan toplanan paraları ‘iç ettiği’ söylentileri de gündeme geldi…
-Evet bu tür çirkin iddialar ortaya atıldı. Biz şunu söylüyorduk; bu hareketi para için, pul için, mevki ve makam için baltalamayalım, bu hareket, gerçekten Allah rızası için bir araya gelmiş insanlar topluluğudur, para istiyorsanız para buluruz, mevki istiyorsanız mevki de buluruz, yeter ki bu dostluğa bu arkadaşlığa, bu davaya kıymayın. Mesele para meselesi değildi. Genel merkez benim dediğim tek doğrudur anlayışındaydı, asıl mesele buydu. Bu tarz uygulamalardan sonra kopmalar başladı zaten. Yoksa parasal, maddesel meseleler konuşuluyordu ama çok önemli konular değildi. Yalnız liderleri itham etmek yanlış, hepimiz bu işte mesulüz ve vebaldeyiz. Kendimizi ak kaşık gibi kenara çıkarıp sadece iki, üç kişiyi günah keçisi ilan etmek yanlıştır.

- Peki Milli Mücadele Hareketi’nin en büyük yanlışı neydi?
-İstişare mekanizması zayıftı. Bu mekanizma Anadolu’da yürüyor ama İstanbul’da çökmüş. Savrulduğumuz 78’e kadar bundan bizim haberimiz yoktu. Lider kendi çevresinden uzaklaştı. Temel yanlışımız buydu.

- Dağılmış bir hareketin kadroları Türkiye’nin en önemli yerlerinde etkin görevlerdeler. Bu nasıl bir hareket ki, dağıldıktan sonra bile neredeyse ülkeyi yönetiyor?
-Bu bir kadro hareketi. Ülkenin içinde bulunduğu kültürel, siyasal, sosyal, askeri badireden nasıl kurutuluruz üzerine kafa yormuş, seçkin beyinlerden oluşan bir kadro hareketi. Türkiye’nin siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında söz sahibi konumuna gelen insanların olması böyle bir hareketin sonuncunda gayet doğaldır. Ayrıca hareket dağılmış olsa da mensuplarının idealleri, aşkları sönmüş değil. Bu ülkenin dertleri oldukça dünkü milli mücadelecilerin her biri bu dertle dertlenip bu ateşi içinde taşıyacaktır.

- Ben de bunu sormak istiyordum, bu insanların aralarındaki bağ hala kopmuş değil, nasıl başarıyorsunuz bunu?
-Mesela bizim bir vakfımız var; Araştırma ve Kültür Vakfı. Bu vakfın temel hedefi dünkü dargınlıkları ortadan kaldırmak, arkadaşlarımızı yeniden bir araya getirmek.

- Yeni bir örgütlenme mi başlıyor?
-Bir örgütlenme tarzında değil. Tamamen insani. Bu çatı altında toplanan insanlar yeni bir gayretle yeni bir çalışmanın içine giriyor.

- Peki Aykut Edibali ile de bir araya gelmeye açık mısınız?
-Bizim davetimiz herkese açıktır. Ama yeni kimliklerimizle, yeni kazanımlarımızla birbirimizi kabullenmek şartıyla. Yeniden Milli Mücadele Hareketi üzerine düşen tarihi görevi ifa etti. Türkiye’nin aydın ihanetiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde sözünü ettiğimiz pek çok insanın yetişmesine vesile oldu. Cesaret edilemeyen pek çok şeyi söyledi ve tarihe mal oldu.

- Cemil Çiçek’i nasıl görüyorsunuz?
-Cemil Çiçek sevdiğimiz ve değerli bir arkadaşımız. Cemil Çiçek’in aleyhinde söylenebilecek çok az, ama lehinde söylenebilecek çok şey vardır, elbette insanız ve hatalarımız var.

- Aleyhine söylenebilecek şeylerden biri AK Parti trenine son dakikada binmesi olabilir mi?
-AK Parti zaten son anda kalkan bir tren. Cemil Çiçek de kalkarken kaptığı en önemli değerlerden biridir.

- AK Parti içinde de ‘Bu mücadeleciler her yerde karşımıza çıkıyorlar kardeşim’ yakınmasının olduğunu duyuyoruz…
-Biz içi dışı bir olan insanlarız. Bu nedenle bizim dostluğumuza güvensinler, düşmanlığımızdan da korksunlar. Çünkü biz Allah için dost oluruz, Allah için düşman oluruz. Aynı hedef için koşan insanların birbirlerinin hızından rahatsız olmasının hiçbir anlamı yok. Biri beni geçebiliyorsa geçsin. Bizi geçebilen insanlara ihtiyacımız var. Birbirimizi sevebilmeliyiz, temel mesele bu. Birbirimize karşı gayet açık olmalıyız, bizim kafamızın arkasında başka bir niyet yok. Ne söylüyorsak hayatımızda da o var. Müslümanlar birbirlerine paranoyak yaklaşmaktan artık kurtulsun.

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE KÖKENLİ ÜNLÜ SİMALAR

Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun, Melih Gökçek, Necmettin Erişen, Cemil Çiçek, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Halil Şıvgın, Mustafa Ruhi Şirin, Haşim Vatandaş, Prof. Dr. Zeki Ceyhan, Atila Yayla, Ali Müfit Gürtuna, Ahmet Taşgetiren, Gaffar Yakın, Mehmet Akif Ak, Cevat Özkaya, Dr. Necmettin Turinay, Hacı Ali Bozdam,İrfan Küçükköy, Doç. Dr. Mustafa Aydın, Galip Demirel, Ömer Vehbi Hatipoğlu, Ömer Ziya, Belviranlı, Rifat Yörük, Mehmet Taşdiken, Mehmet Çiçek, Recep Vidin, Hüseyin Gülerce, Kemal Yaman, Özcan Palut, Kadir Demir, Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan Burhan Özfatura, Recep Kırış, Taha Akyol.

YMM Dünyanın Gündeminde - Hayrettin Durmuş
















Mücadele Birliği - Ahmet Taşgetiren

Mücadele Birliği

Mücadele Birliği 1960 - 70'ler Türkiyesi'nin etkin bir kuruluşu idi. 75'lerden sonra dağılmaya başladı. Bu kuruluşun 2005'lerde de güncellik kazanması dikkat çekici.
1968 - 1978 yılları arasında Mücadele Birliği içinde bulundum. Birliğin Yeniden Milli Mücadele isimli haftalık dergisi ve Bayrak isimli günlük gazetesinin yazıişleri kadrosunda etkin görev yaptım. Pınar isimli kültür ve sanat dergisinde yazılar yazdım, yayınında etkin danışmanlık katkım oldu.

Doğrusu, Mücadele Birliği nev'i şahsına münhasır bir yapılanmaydı. Bünyesine aldığı "gençler", seçkin niteliklere sahipti, ülkenin geleceğinin inşası amacıyla onların yetişmesine de çok ciddi itina edildi. Genç insanların o günün şartlarında böylesine bir basireti hayata geçirmesi gerçekten önemsenecek bir hadisedir.

Bu yapılanma sonra dağıldı. ("Dağıldı" derken, o günkü misyonun o günkü insicam içinde devreden çıktığını belirtmek istiyorum, oralardan yola çıkıp bakıye halinde devam eden bir mevcudiyet hala söz konusu.)

Mücadele Birliği hadisesinin bir özeleştirisinin yapılmasını, benzeri misyonu paylaşan tüm hareketlerin daha sağlıklı gelişmesi için zaruri gördüğümü belirtmeliyim. Bu, bugüne kadar yapılmadı, benzeri oluşumlardaki sancıların özeleştirisi de yapılmadı. Dolayısıyla problemli oluşumlar hayata giriyor, çıkıyor, peşinden ümit kırıklıkları ortalığı kaplıyor.

Mücadele Birliği ile ilgili İrfan Küçükköy imzasıyla bir kitap çıktı. Kitaba ilişkin bazı değerlendirmeler yapıldı. Sanırım kitaba en büyük ilgiyi Yeni Şafak gösterdi. İki yazı da Ankara kaynaklıydı. Birisine "Haber merkezi - Ankara" imza attı (29 nisan), diğerine Ankara Bürosundan Şamil Tayyar... (2 mayıs, en son 9 mayıs) Bu kitapla bağlantılı olmaksızın ve Ak Parti ile ilgili tartışmalar çerçevesinde gündeme gelen boyutunu dışarda bırakırsak, Mücadele Birliği ile ilgili bir değerlendirmeyi de daha önce Mustafa Karaalioğlu yapmıştı. Karaalioğlu'nun değerlendirmesi de Cemil Çiçek'in bir konuşması ile bağlantılıydı.

Yeni Şafak'ta çıkan, özellikle kitapla ilgili son değerlendirmeleri problemli bulduğumu belirtmeliyim. Özellikle Şamil Tayyar'ın "Mücadele Birliği ve derin devlet" başlığını taşıyan yazısı, Mücadele Birliği ile derin devlet arasında bir bağ bulunduğu iddiasını besleyici nitelikte. Vaktiyle Karaalioğlu da Cemil Çiçek'in bu ihtimali akla getiren bir sözünden yola çıkarak benzeri bir temayı işlemişti.

Tabii ki Şamil Tayyar "derin devlet bağlantısı"na, İrfan Küçükköy'ün kitabında yer alan bazı bilgileri kullanarak varıyor. Öncelikle o bilgilerin kitaptaki aktarımının "sorunlu" olduğunu düşünüyorum. Sonra da, o bilgilerden yola çıkarak Mücadele Birliği ile derin devlet arasında Şamil Tayyar'ın ilgi kurmasının, aşırı bir yorum olduğunu düşünüyorum.

Ben kitabı okuduğumda kendi kendime "İrfan Küçükköy, önemli bir isim olmasına rağmen tek başına Mücadele Birliği'nin her şeyini yazamaz. En azından İstanbul ayağında ne olup bittiğine, Ankara'da ne olup bittiğine vakıf olduğunu sanmıyorum." dedim. Kitapta tabii ki İrfan Küçükköy'ün hayatına giren şeyler var, ama Mücadele Birliği ondan ibaret değil.
Doğrusu, ben de tek başıma yazamam Mücadele Birliği'nde olan bitenleri...

En azından, liderliğe yönelttiğim eleştirilerle oradan ayrıldım, onca medya çalışması içinde yer aldım, ve ben, Mücadele Birliği'nin neden dağıldığını gerçek boyutlarıyla bilmiyorum.
Oralarda kimin, nerenin, nasıl etkili olduğunu, bugüne kadar da ikna edici biçimde ortaya koyan olmadı. Mücadele Birliği üzerine bir çalışma yapsam, ilk araştıracağım konu herhalde "Nasıl dağıldı?" sorusu olurdu.

Şunu söyleyebilirim:

Yeniden Milli Mücadele'de, Bayrak'ta "belirleyici" denecek derecede etkin görevlerde bulundum. Dergi ve gazetenin yayınını, yazıişleri kadromuzla, bugün benim içimi zorlayacak bir etkiye muhatab olmadan sürdürdüğümüzü biliyorum. Orada herhangi bir boyutu ile "devlet" yoktu. O harekette yer alan onbinlerce insanın dünyasında da, herhangi bir güdümlenme endişesi mevcut olmadı. (Gazete ve dergideki kimi temalar, bugünün yaklaşımıyla değerlendirilirse yanlış sonuçlara gidilir.)

Ama hareket dağıldı?
Nasıl oldu bu iş?


Liderlikte bir çatlama olduğu kesin. Ama nedir bu çatlamanın sebebi? Ben, liderliğin bir ayağına yönelttiğim eleştirilerden sonra kopmuştum. Ama o ayağın, öteki ayakla bağlarında da derin sorunlar oluşmuştu. İrfan Küçükköy'ün kitabından yola çıkıp "derin devlet" bağlantıları geliştirenler de, o ayağın diyelim kabadayı âlemiyle ilişkilerini malzeme olarak kullanıyorlar. Oysa o ilişkileri de bu tür konularda çok hassas olan bizler, o gün yadırgamamıştık.
Bir hareketin liderliğinin çok ağır bir sorumluluk olduğunu, taşımanın kolay olmadığını biliyorum. Hazreti Ömer "Bir aileden bir kurban yeter" der, oğlunun halife gösterilmesi teklifleri karşısında...

Gecelerin gündüzlerin kaybını göze almak demek liderlik...

Ağır bir nefsi disiplin demek. (Özellikle islami alanda.)

Van'da başı ağrıyan gönül dostunuzun acısını paylaşmak demek.

Ve Türkiye gibi bir ülkede her türlü belaya katlanmaya hazır olmak demek...

Liderlikte ne oldu da çatlama gerçekleşti, sonraları düşünce planında ortaya çıkan savrulmalar neyin nesi idi, bugün kim nerede hangi sürecin sonucu olarak neleri savunuyor, bunlar yıllarını o misyona verenler açısından yeterince bilinmiyor.

Şunu söylemek isterim: Derin devlet bağlantısını, Mücadele Birliği'ni ulvi bir davanın sembolü olarak bilen insanlara kabul ettiremezsiniz. Bu tür değerlendirmeler ciddi tepki görür.

Ama bilinmeyenlerin araştırılması gerekiyor.

Ve her şeyden önce, hakkında, "Bugünlere kadar yaşasaydı, Türkiye için gerçekten diri bir kadro oluşması mümkün olacaktı" görüşü paylaşılan bir hareketin, neden dağıldığının özeleştirisinin yapılması gerekiyor. Bu çerçevede zaman zaman bu konuyu yazmak isterim.

Son Yorumlar

İman Et
Mücadele Et
Zafer Senindir!
Zafer Hakkın
ve Hakk'a inananlarındır!
Kopyalama hakları: GNU, GÖBL.