KATİL DEVLET İSRAİL
Salı, Haziran 08, 2010
Haziran ayı ne yazık ki insanlığın vicdanını kanatan olaylarla başladı. İHH öncülüğünde Gazze’ye insani yardım malzemesi götüren uluslar arası yardım konvoyu İsrail’in devlet terörüne maruz kaldı. 9 Türk’ün öldürüldüğü, 17 yardım gönüllüsünün de yaralandığı bu iğrenç saldırı, İsrail’in nasıl bir terörist devlet olduğunu bir kez daha tüm dünyaya gösterdi. Ben de bu vesileyle İsrail’in hem ilahi hem de insani en ağır cezaya tez zamanda çarptırılmasını diliyor ve sebep olanları lanetliyorum.
Olayların üzerinden bir hafta geçti. Geçmişte görülmemiş bir hızla, bütün aktivistler İsrail’in pençesinden en küçük bir yargılama yapılmadan kurtarıldı; gencecik bir delikanlı olan Furkan başta, bütün şehitler ebedi istirahatgâhlarına tevdi edildi. Olaydan iki gün sonra katillerin elinde hiçbir yardım gönüllüsü bırakılmamıştı. Bu, Türkiye’nin bu olayda kazandığı ilk başarı oldu. Evet, bu bir başarıdır. Geçmiş dönem hükümetleri ve dışişlerinin tutumu göz önüne alındığında, bir nevi esir edilen yardım gönüllülerinin ülkemize getirilmiş olması bir büyük zaferdir. Ayrıca bu durum İsrail’in ilk hezimeti olmuştur. Şimdiye kadar her yaptığı yanına kâr kalan ve kimseye hesap vermemeyi dünyaya kabul ettiren İsrail, ilk yenilgiyi bu sonuçla almıştır. Bu noktada başta Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ve dışişlerinin dinamik kadrolarını tebrik etmemek insafsızlık olur. (Sayın Davutoğlu gençlik yıllarında mücadele ocağında yer almış arkadaşlarımızdandır ayrıca.) Geçmişin “monşer” diplomatlarını, onların en hayati meselelerde bile lakayt tavırlarını görmüş biri olarak yeni Türk dış politikasını heyecan verici buluyorum.
İlk gece ve günün yüksek heyecanı biraz yatışınca bir Türk olarak insanı ağlatacak kadar güzel ama bir o kadar da hazin yansıma ve değerlendirmeleri görmeye başladık. Bir kere bu korsanlık hareketi bütün dünyada yankı buldu. Pek çok ülke, sivil kuruluş, medya organı yıllardır dillerinin ucuna gelip de söyleyemedikleri eleştirileri bu fırsatla ortaya döktüler. Yunanistan’da Flash özel radyo yorumcusu Thanansis Lalas, Başbakan Erdoğan’ın çıkışlarını ve hükümetin gösterdiği kararlılığı: “Aslında herkesin söylemek istediği ancak çeşitli siyasi nedenlerle söyleyemedikleri.” şeklinde değerlendiriyor. ABD’den İngiltere’ye, Fransa’dan İspanya’ya, Yunanistan’a pek çok Batı ülkesinde insanlar sokaklara döküldü ve İsrail haydutluğunu kınadı. İslam ülkelerindeki protestoları zaten görüyoruz. Bütün eylemlerde insanların ellerinde Türk bayrakları var. Bugün (Pazar günü) İsrail’de yapılan protestolarda da Yahudilerin elinde Türk bayrağı vardı. Bunu son elli yılın hangi olayında görebildik? Türkiye, devlet yöneticilerince olmasa bile halklar bazında hangi haklı davasında bu kadar desteklendi ve yüceltildi? Kıbrıs gibi en haklı meselemizde bile yapayalnızdık ve ne yapacağımızı bilemiyorduk devlet olarak.
İSRAİL NİÇİN BU KADAR KUDURDU?
Bu sorunun cevabı yazının ilk satırlarında mevcut. Bugüne kadar her yaptığı cılız protestolar ve kınamalar dışında tepki görmemiş, ABD gibi hatta zaman zaman Rusya gibi iki süper gücü yanına alabilmiş, bölgede tarihini inkar etmek bahasına uyuzluğun girdabına gömülmüş Türkiye’nin monşerlerinin, Morrisonlarının el altından teşvikiyle azgınlaşmış bir İsrail devleti, ilk defa bu kadar ciddi diplomatik ve kararlı bir tepkiyle karşı karşıya. Davos’ta “one minute” ile başlayan ve temposu gittikçe yükselen Türk hükümetinin tepki ve açıklamaları, Ortadoğu’nun bu eli kanlı yöneticilerini elbette çıldırtacak cinstendi. Çünkü onlar bugüne kadar Türkiye’den ne böyle tepki görmüş, azar işitmiş ne de özür dilemek zorunda kalmışlardı. Teşkilatının çoğu mason olan Türk dışişleri en kanlı saldırılardan sonra bile bir iki cılız mesaj yayımlar hatta içeride vatandaşların gösteri yapmasını bile engellerdi. Bu ülkenin başbakanlarından birinin lakabı “Morrison”dur ve eminin bugünlerde çok büyük üzüntü içindedir. Ölenler için değil, eski dostlarının ve hamilerinin düştüğü zavallı durumdan elbette.
Eğer bu gemiler doğrudan Gazze’ye ulaşabilmiş olsaydı, İsrail hükümeti mevcudiyetinin bir anlamı kalmayacağına inanıyordu. Her şeyini dünyanın düşmanlığı ve kendisinin her zaman haklılığı tezine dayandıran şizofrenik bir ülkeden elbette kimse anlayış, hoşgörü ve işbirliği beklemiyordu. (Gerçi bizden bekleyenler varmış ama ona sonra değiniriz.) Ama bu kadar saldırgan, haydut ve cani olabilecekleri de hesaba katılmamıştı çünkü gemide sadece Türkler yoktu. Hıristiyanlar, Yahudiler, Ateistler Müslümanlar; İngiliz, Alman, İrlandalı, Yunan gönüllüler, milletvekilleri; kadınlar, yaşlılar, gençler… yani kısacası tam bir gönüllüler hareketi ve bir konsensüsle bir araya gelmiş uluslararası bir topluluk mevcuttu Mavi Marmara’da. Ayrıca bu gemi konvoyu elbette hükümetten ve herhangi bir devletten bağımsız teşkil edilmişti. Ama sonuç bütün dünyanın gözleri önünde 21. yüzyılın ilk büyük yüzkarası korsanlığı olarak gerçekleşti. Somali’dekiler bile bu lanetli devletin yaptıkları yanında fairplay ödülüne layık görülmelidir.
İnternet sitelerinde, TV haberlerinde biraz gezinen herkes, özellikle dış dünyadan bize yönelmiş çok hoş ve gurur verici destek mesaj ve hareketlerini görecektir. Ayrıca BM’den hemen bir kınama mesajının çıkması, bağımsız bir soruşturma komisyonunun kurulmasının karara bağlanması da bir diplomasi zaferidir ülkemiz adına. Ama her konuda olduğu gibi bu hazin olay bir noktayı bir kez daha gözler önüne sermiştir ki bu çok acıdır. BU ÜLKENİN DIŞ DÜŞMANA FALAN İHTİYACI YOK. İçeride yeterince düşmanı, haini, ajanı, dönmesi, çelmecisi, alay edicisi, hödüğü, komplekslisi, beceriksizi, “ben yapamıyorsam o da yapmasın” diye elinden geleni yapıcısı ve daha türlü tasnif dışı türedisi fazlasıyla mevcut.
Özellikle Aydın Doğan medyasında ve onlarla benzer diğer kişi ve medya organlarında aynı düşünceler dile getirilmeye başlandı. “Araplar bile sahip çıkmazken, Filistinlileri bizim bu kadar savunmamıza ne gerek varmış?” “İran veya Malezya olmaktan güç bela olmaktan kurtulmuşken(!) şimdi de Ortadoğu’nun kucağına itiliyormuşuz.” “Birilerinin bunlara haddini bildirmesi lazım elbette ama dünyadaki 200’e yakın devletin içinden niye yalnız biz ortaya çıkalımmış? ” “Gemilere niçin askeri gemiler eşlik etmemiş ya da niçin İsrail’den izin almamışız” vs. vs. Basındaki beslemeleri, eski büyükelçi takımındaki monşerleri, CHP’de Kemal Bey’i, güdümlü ve göbekten dışa bağımlı profesör takımlarını biliyorduk ama Pensilvanya’daki hoca da bu kervana katılınca ak-kara iyice ortaya çıktı. “İsrail onayı olmadan hareket edilmesi otoriteye başkaldırı imiş. İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemek, faydalı sonuçlar doğurmayacakmış.” Sevsinler senin otorite anlayışını ve diyalog yaklaşımını. Katillerle uzlaşma nerde görülmüş şey ki!. Bakın aşağıda bir röportajdan alınan bir bölüm var.
Soru: Mavi Marmara'nın yola çıkışını nasıl takip ettiniz? Fikir olarak size nasıl geliyordu?
Cevap: Medyadan ve internetten izledim. Mükemmel bir fikir olduğunu düşündüm. Gazze halkının durumuna dünya kamuoyunun dikkatini çekmenin daha iyi bir yöntemi olamaz gibi geldi.
Soru: Mesela yöntemi ajitatif (kışkırtıcı) buldunuz mu?
Cevap: Elbette ajitatif bir yöntem. İsrail'in tepkisini çekeceği besbelli olan bir yöntem. Tam da olması gerektiği gibi...
İsrail'le baş etmenin sessiz sakin, uslu bir yöntemi olabileceğine inanmıyorum. İsrail'den herhangi bir şey "rica" etmenin bir anlamı yok.
Bu, hem uluslararası, hem kitlesel, hem insani bir yöntemdi. Ve tam da bu nedenlerle, İsrail'in kaçınılmaz tepkisi nasıl bir canavarla karşı karşıya olduğumuzu bütün dünyaya gösterdi. (Pınar Öğünç'ün söyleşisi, Radikal-Cumartesi,5-Haziran.)
Yukarıdaki cevaplar Türkiye'nin "sosyalist ve Yahudi" aydını Roni Margulies'e ait.
Marguiles'in sözlerini buraya aldım. Çünkü zamansal açıdan daha önce söylenmiş olsalar da, Fethullah Gülen'e cevap niteliğindeler. ( Emre Aköz-Sabah Gazetesi)
Dünyanın en belalı ama en eski medeniyet bölgesinde hem de bir imparatorluğun varisleri olduğunu unutanlar, neredeyse İsrail’den özür dileme noktasındalar ne yazık ki. Merhum Attila İlhan’ın deyişiyle bu ülkede her zaman %10 mevcut olan hain kontenjanı böyle zamanlarda ortaya çıkıyor işte.
Artık açıktan açığa meseleye karşı çıkanlar, 2003’ün mart ayında Refah Mülteci Kampında İsrail buldozerlerinin önüne dikilen ve gövdesini mazlumlara siper eden gencecik Rachel Corrie kadar bile yürekli olamadıklarını gösteriyorlar her fırsatta. Yine bugün Hürriyet’te yayımlanan ve güya İsraillilerin sildiği denen iki fotoğraf dikkat çekiciydi. Ağlayan ve yaralı, savunmasız İsrail askerleri. Ama ne hikmetse fotoğraflar aynı gün İsrail’de de yayımlandı. “İşte bizim askerlerimize böyle saldırdılar.” Denilerek. Hürriyetin kahramanca kurtardığı bu fotoğrafların AYNI GÜN yayımlanması herhalde tesadüftür diyelim. Yoksa bunlar kardeş kuruluş olacak değiller ya (!).
Oysa biz istemesek de hem tarihi geçmişimiz hem bulunduğumuz coğrafya hem de insan olmanın olmazsa olmaz şartı, zulme razı olmama, mazluma yardım düsturu bizi büyük düşünmeye, büyük planlar ve hamleler yapmaya, rıza-i Hak yolunda çabalamaya mecbur ediyor. Merhum dedemin Gazze ve Filistin için savaşırken gazi olan bir Osmanlı askeri olması o topraklara asla kayıtsız kalamayacağımızın bir nişanesidir benim için. Her ne kadar Filistinliler dedelerinin yaptığı hatanın faturasını hala ödüyor olsalar da.
Bir de bu tatlısu aydınlarının ve emperyalist uşaklarının bilmediği bir ilahi hüküm var:”Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır ve Allah hesap görücülerin en hayırlısıdır.” Umalım ki zalimlerin hesabının görüleceği, mazlumların güleceği ve Türk’ün gölgesinde huzur, güven ve rahattan başka bir şeyin barınmadığı o al sancağının yükseleceği günler yakın olsun.
0 yorum:
Yorum Gönder