Aykut Edibali'nin İftar Konuşması - Referandum Gündemi
Cuma, Eylül 10, 2010
21.08.2010
'evet' de, 'hayır' da muhteremdir, muteberdir;
KARDEŞLİĞİNİZİ, BİRLİĞİNİZİ YIKMAYIN!..
Sağ olun, aziz ve sevgili kardeşlerim, dostlarım, alkış tutan elleriniz, sağ olsun, var olsun. Allah yolunuzu aydınlatsın, mükâfatınızı dünyada ve ahirette mükâfatların en güzeli ile versin. Yolunuz cennet olsun. Allah sizi, bu şerefli topluluğu, bu güzide topluluğu ancak hak sözü söyleyen bu topluluğu güçlendirsin, kuvvet versin.
Rasulullah’ı hatırlıyorum, Efendimiz buyuruyor ki 'iyi bilin, bu ağızdan asla yalan çıkmadı' diyor. Şakasında da yalan yok, her dediği doğru, Rahmet Peygamberi...
Öyle bir döneme geldik ki, geliyoruz ki... Diyanet İşleri Başkanlığı genelge yayınlıyor. Haklı olarak diyor ki: “İtidalinizi koruyun, mübarek yerlerde filanın veya falanın propogandasını yaptırmayın; mukaddes camileri bu işe alet etmeyin.” Bu haklı bir itirazdır.
‘Evet’ Ne Kadar Muhterem ve Mübarekse, ‘Hayır’ da Bir O Kadar Mübarektir, Muhteremdir, Doğrudur!..
Türkiye 12 Eylül’de bir refrranduma gidecek. Şimdiden söylüyorum sonuç, bu ülke için ne olursa olsun, hayırlı olsun. Allah bu ülkenin birliğini, dirliğini zaafa uğratmasın. Niyazımız, temennimiz budur. Şuna dikkat edilmesi lazım. İnsanların, hele bugünlerde, bu mübarek Ramazanda şunu iyi bilmeleri lazım geliyor: Yapılacak her seçim vatandaşın muhterem oyları ile sonuçlanır. ‘Evet’ ne kadar muhterem ve mübarekse, ‘hayır’ da bir o kadar mübarektir, muhteremdir, iyidir, doğrudur.
1921 Anayasası’nı Biliyorum!
Benim bir korkum var. 1921 Anayasası’nı ben biliyorum. Bu 1921 Anayasa’sı Türkiye’de gerçek demokrasinin yaşandığı tek dönemdir. 1921-23. Neden? Orada Meclis’in, o Kuvva-i Milliye Meclisi vardır. -Değerli arkadaşlar o hangi Meclis biliyor musunuz? Gazi Meclis o! Bütün üyeleri hakkıyla gazi… Bunlar içerisinde Mehmet Akif gibi bir büyük veli var. Yığınla insan var, korkusuz… hiç bir şeyden korkmayan, gözlerini korku bürümemiş. Sadece ‘vatan’ diyorlar, sadece ‘devlet’ diyorlar, sadece ‘millet’ diyorlar. Ama vatanın her bir yeri işgal altında… batısı işgal altında, doğusu işgal altında… batıda Yunanlılar, doğuda Ermeniler, saldırıyor, vatanın güvenliği kalmamış, asker dağılmış, padişah gücünü yitirimiş, İstanbul’dan umut yok… vatanın her bir köşesi işgal altına giriyor. O gün insanları ayaklandıran kimdir biliyor musunuz? O gün Türkiye’deki 1919-20’deki dedelerimizi, kahraman yapan, büyüten şey nedir biliyor musunuz? Onun sırrını size söyleyeyim… Amasya Müftüsü’nün, Afyon Müftüsü’nün verdiği fetvadır… Diyor ki: ‘Eğer bir belde gavur işgali, altındaysa veya gavur işgaline uğramak tehlikesi varsa, her erkeğin cihada katılması, farzdır. Her erkek, her erkek çocuğu, kadını, erkeği gavurun geldiği istikamete, aldığı üç taşı ‘Allah kahretsin sizi kafirler’ diyerek atsın. Benim memleketim Demir Alayları kurmuş, Çelik Alayları kurmuş. Çelik Alayları kuran bir müftüdür. Demir Alayları kuran bir müftüdür. İşte İstiklal Mücadelesi dediğin, Milli Mücadele dediğin; insanları kahraman yapan, yücelten dönem bir fetva ile başlamıştır. İslam’ın bir emri ile… Kafir ne kadar güçlü olursa olsun, Müslüman bağımsızlığını teslim etmez; vatanını teslim etmez. Bu mücadeleyi kim yapmıştır? Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere o kahraman insanlar. O Meclis’in her bir üyesi hakkıyla Müslüman, hakkıyla gazi, hakkıyla mücahiddir. Onları huzurunuzda rahmetle anıyorum ve fatihalar gönderelim… İşte o kahraman Meclis müzakerelerini sabah, akşam kesmeksizin yaparlardı. Gece gündüz çalışırlardı. Yiyecekleri neydi, biliyorsunuz? Bulgur aşı… kışla gibi yerlerdi. Gece gündüz istirahat yok… Sakarya’yı takip ettiler İnönü Meydan Muharabesini kazandılar. I. İnönü Savaşı’nı yaptılar. Çeteden bir düzenli orduya kadar aylar boyu fedâkarca çalıştılar. İste onlar Gazi Meclis’di. Gazi Meclis’in başat bir özelliği daha var. Mustafa Kamal gelmiş geçmiş en büyük askeri deha… ne diyor, İngiliz? ‘Bütün imkanlarımız vardı. Ama yenildik. Çünkü karşımızda yenemeyeceğimiz bir başka dahi vardı. Yanımızda dahi yoktu, dahi maalesef karşımızda idi.’ diyor İngiliz. İşte bu Meclis’teki Erzurum milletvekili Hüseyin Avni diyor ki: ‘Paşa Paşa! Seni diktatör yapmayız asla! Seni gerekirse parça parça eder alırım!’ İşte o Meclis kahraman Meclis’tir. Büyük Meclis’tir. Mustafa Kemal de onun karşısında bir şey yapmıyor. Çünkü yaparsa, küçülür. Ne o küçüldü ne de o ötekiler küçüldüler.-
Ama ben bu haykırışı, bu hürriyeti, bu bağımsızlık gayretini, bu haysiyeti ve şahsiyeti, Türk Milleti’nin bugün hatırlaması gerektiğine inanıyorum.
Evet, 1921-22’de ‘Meclis Hükümeti’ dönemi vardı, Türkiye’de. Ama ‘Meclis Hükümeti’ dönemini hükümetin sürdürmesi mümkün değildi. Çok zorlanmıştır. Nihayet 1923’de Lozan anlaşması olmuştur. Sakarya Meydan muharebesinden itibaren 1924-25’e kadar Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in yetkilerini Meclis’in isteği ile devralmıştır. O tarihten itibaren de ‘meclis hükümetleri’ dönemi bitmiş; güçlü liderlerin dönemi başlamıştır. Dolayısıyla şuraya getirmek istiyorum: 1924’ten itibaren 1960’a kadar anayasamız olan anayasa, Mustafa Kemal’in döneminde Mustafa Kemal gibi bir yiğit adamın fevkalade yetkilerini kullanmasına izin verebilirdi...
Şimdi aynı anayasayı bazıları getirmek istiyorlar. Bilmem izah edebiliyor muyum? Parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırıyor; kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıyorsun ve diyorsun ki ‘ben şu hakimleri sevmiyorum, savcıları da beğenmiyorum…’
İyi … başka bir isteğin var mı?
Tabi R.T.E. dersem bir tuhaf oluyor, Recep derlerse, kızıyor. Recep ise Recep’tir adı... Şimdi R.T.E. marka olacakmış... Nasıl hitap etsek de üzmeden konuşsak. Çünkü üzülünce, kızıyor…
Müslümanların İntikam Alma Vakti Gelmiş(?!)
Tabii bizim bu sözleri söylememiz rahatsız ediyor. Çünkü sizde bıyıklar var ya, hanımlarımızın önemli bir kısmının da başları örtülü ya, seslerinin çıkmaması lazım. Çünkü işi bozuyorlar. Çünkü ‘Müslümanların tam intikam alma vakti’ değil mi? Yapılan propopganda, bu…
Yahu Müslümanlar kimden intikam alacak, ne oluyor, nedir bu? İnsaf edin, korkun, utanın Allah’tan… bu ülkede kaç milyon Müslüman vardır? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümü, nüfus kâğıdında İslam yazan tüm insanlar birbirlerinden asla ayrılmaz. Allah katında yüksek değere sahip, sadece Müslüman oldukları için en büyük şerefe layık insanlardır. Sen şimdi bunları, sakallı-sakalsız, başörtülü-başörtüsüz diye, namaza gidiyor-gitmiyor diye, camiye gidiyor-gitmiyor, filan cemaate mensup-mensup değil diye ayırırısan Allah’tan kork, demek lazım sana.
İster ‘Evet’ Deyin, İster ‘Hayır’ Deyin, Ne Derseniz Deyin!..
Müslümanları nasıl parçalarsın sen, bu memlekettekilerin her biri kardeş!..
İster “evet” deyin, ister “hayır” deyin, ne derseniz deyin. Ama Allah için kardeşliğinizi yıkmayın. Birliğinizi yıkmayın.
Adamın biri: “Ben inanıyorum ki’, diyor. ‘Gökten melekler iniyor, kabire gidiyorlar ve o kabirdeki insanları da ‘evet’ demeye davet ediyorlar” diyor. İnsan utanır… Bunu söylerken insan biraz utanır, haya eder… Din bu kadar mı ucuzladı? Siz Onu anladınız. Mezara gidecekmiş, ordaki insanları da çıkarıp, onlara da oy attıracaklarmış ve ‘evet’ dedirteceklermiş… Allah’tan korkun. Bari kabirdekileri rahat bırakın… Ama bu acele, bu sıkıntı nedir? Bir sıkıntıları var, ‘evet’ dedirtme konusunda bir tazyik var. Onlar için hayati, önemli, olmazsa olmaz. Böyle bir şey olamaz.
Beni ‘Evet’ler, ‘Hayır’lar Değil, Deliller İlgilendiriyor!
Vatandaşlarımızın paşa gönülleri ne istiyorsa, hiçbir baskı altında kalmaksızın, hiçbir korkuya kapılmaksızın (reylerini) kullanmalıdırlar. Mesele bu! “Evet” muteberdir, muhteremdir; “hayır” çok daha muhteremdir, muteberdir. Ve beni de filanların “evet” demesi, falanların “hayır” demesi pek de ilgilendirmiyor. Beni sebepler, deliller ilgilendiriyor.
Bendeniz, Değerli Arkadaşlar şöyle düşünüyorum, sizin de öyle düşünmenizi isterim, derdimi anlatabilirsem. Bu bir istişaredir, zorlama değildir:
İslam’ın, Kur’an-ı Kerim’in bu mübarek Ramazan’da diyeyim, dünyanın yönetimi, idaresi ile ilgili delil olarak söylediği, tavsiye ettiği metotlardan birisi değerli arkadaşlar, Müslümanların işlerinin istişare ile yapılması lazım geldiğidir. Bu emridir, Kur’an emridir. Bu okuduğumuz, demin tilavet edilen Kur’an-ı Kerim’in Şura suresinin 36, 37 ve 38. Ayetleri bunu ortaya koyuyor. Cenab-ı Allah özetle, mealen buyuruyor ki, “Allah onlara büyük mükâfat hazırlamıştır. Ama Allah indindeki bu mükâfat dünyadakinden çok daha büyüktür. Ve onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar, Allah’ın yasaklarından uzaklaşırlar, vazifelerini yerine getirirler, bir de işlerini istişare ile şura ile yaparlar.” Bu bütün Müslümanlara, bütün büyük devlet adamlarının kulaklarına küpe olmuştur.
Bir başka konuyu daha, delilimi daha ifade edeyim:
Bir bilenlerle, ülkenin meselelerini istişare edeceksin, danışacaksın... Sayın Başbakan ne yapıyor? Askeri beğenmiyor... Onlar ona göre atanmışlar. Yanlış anlaşılmasın, bizim de beğendiğimiz, beğenmediğimiz tarafları var.
Devlet işleri ile ilgili olarak emir, istişare etmek... Kiminle istişare edeceksin? Konuyu bilenlerle istişare edeceksin... Size bir örenek vereyim isterseniz:
Hz Ömer; Hz Peygamber ve Hz. Ebubekir’den sonra gelmiş geçmiş devlet adamlarının en büyüğü istişareyi nasıl yapardı biliyor musunuz? Şöyle yapardı. Irak toprakları feth edildiğinde diyor ki: “Eğer Irak topraklarını biz, Irak topraklarını feth eden askerlere teker teker dağıtırsak, bu bizim için bir kayıp olur. Gelin bunu yapmayalım. Çünkü biz Araplar, Irak topraklarını verimli olarak kullanacak durumda değiliz, tarım bilmeyiz. Ama bu konuyu bilen insanları yani ahalisini biz vergiye bağlayalım. Ve onların gelirinden İslam dünyası yararlansın. O gelirden biz, serhat boylarında orduları beslemek imkanına sahip oluruz, yolları yapmak imkanına sahip oluruz, İslam dünyasını korumak imkanına sahip oluruz.” Hz. Ömer bu benim görüşüm, diyor. Ve bunun için, burada bir usulü ortaya koyalım:
Hz. Ömer meclisine, bu usulü bilen ashab-ı kiramı, önce Bedir ashabını davet ediyor. Bunu anlatıyor, ne dersiniz, diyor. ‘bildiğiniz bir ayet var mı? Bu konuda Peygamber Efendimizden bir rivayet var mı? Sizin görüşünüz ne?’
-Bedir Ashabı, yani Hz. Peygamberin büyük arkadaşları, sahabesi. Bunlar İslam Dünyası’nın yıldızları, yer yüzünde gelmiş geçmiş en büyü inkılabı gerçekleştirmiş olan insanlar, dahi her biri.
Hz. Peygamberin etrafındaki insanlar, kırat olarak, çap olarak, kafa yapısı olarak, deha olarak … her biri büyük harp stratejilerinin mucidi, bir yığın ilmin mucudi... İslam medeniyetini kuranlar böyle insanlar... Hz. Peygamber yepyeni bir dünya medeniyeti kuran Peygamber. Çünkü nedir, neden? Son peygamberdir. Peygamberliğin sonu. Tüm Peygamberlerin mührü. Rasulullah bu. Özel yetenekleriyle Allah tarafından özellikle terbiye edilmiştir. Rasulullah diyor ki “beni Rabbım terbiye etti.”-
HZ. Peygamber Siyasetiyle Bize Örnektir
Hz. Peygamber yürürken yanındaki insanlar bir gül bahcesinden geçtiklerini hissederlermiş. Hz. Peygamberin yüzünde eksik olmayan o Muhammedi tebessüm, o güzel koku...
Her haliyle bize örnek; ahlakıyla örnek, ibadetiyle örnek... E peki idaresiyle, siyasetiyle? O tarafı bizi ilgilendirmez dersen olmaz. Dersen bir aşağıların aşağısı olursun...
Ne diyoruz? İşte okuduğumuz Şura suresi... Onların işleri ne iledir? Şura iledir. “Peygamber ashabınla istişare et.” emir, bu!.. Peygamber Peygamber iken ashabı ile istişare ediyor. Sen neden etmiyorsun, be adam? Sen neden?
E canım, filanlar, falanlar... her birine bağla bir sebep. O zaman yerin orası değil. Değerli Kardeşim ben seni binlerce, on binlerce, genç kızımızın başörtüsü sebebiyle nasıl bir ıstırap içinde olduğunu bilmeni istiyorum. Bunların hakkı nerde? Nerde bunların hakkı? Kim halledecek bu işi? Bu millet seni Ankara’ya askerle kavga et, yargıçla didiş diye değil -evet bilerek söylüyorum icabında ellerini öperek- bu işi düzlet diye gönderdi. Bu işi düzeltecektin... şikayet etmek kolay; şikayet etmen için göndermedik seni. Mesele bu!..
E diyeceksiniz ki, ‘Sayın başkanım çok şey istiyorsunuz.’ Hayır! Çok şey istemiyorum, çok şey istemiyoruz. Allah’ın Resulü böyle davrandı. İşte size bir örnek:
Hz. Peyamber ashabı ile konuşurken bir zatın ismi geçti. Peygamberimiz rahatsız oldu, üzüldü. Ama aradan biraz vakit geçtikten sonra o şahsın (hakkında kerih işler yaptığı konuşulan adamın) çadıra geldiği ve Peygamberimizle konuşmak istediği öğrenildi. Peygamberimiz, hemen, bekletmeyin alın, dedi. Ve kendisi ayağa kalktı ve onu itibarlı bir köşeye yanına aldı oturttu. Ve ikram edip, taltif ettikten sonra gönderdi. Bunun üzerine ashap şaşırdılar: “Ya Rasulullah bu adam gelmeden önce hakkında çok kötü hisler duymuştuk. Hikmetinden sual etmek istemiyoruz ama hikmeti olmalı. Siz bu zatı, ayağa kalkıp, buyur ettiniz ve yolcu ettiniz. Neden ya Rasullullah, anlayamadık?”
Peygamber Efendimiz diyor ki, ‘Bu zatın kavminde zayıf kardeşlerimiz var, zayıf müslümanlar var. Benim yapmış olduğum bir hareket sebebiyle, onlara zulmetmesinden çekindiğim, korktuğum için... Ordaki zayıf kardeşlerimize hürmeten ben de ona hürmet ettim.’
Gazze’de Ne Yapıyorsun? Gazze Bitti mi?
Hz. Peygamberin örneği buysa, merhameti buysa, Gazze’de sen ne yapıyorsun? “One minute”... bu kadar ucuz olmaması lazım Müslümanlığın... Sen Gazze’deki Müslüman’ın yarasını saracaksın evvela. ... Senin vazifen Yahudi ile kavga etmek değil ki... …“one minute” dedin, ne oldu?... Hiç... Gazze bitti mi? Gazze’de insanlar rahat mı şimdi?
Bunun sebeplerini sonra uzun konuşacağız. Sebebi değişen dünya dengeleri nedeniyle Türkiye’ye verilmek istenen bir rol. Bu rol de, Türkiye Cumhuriyeti’nin İran Aleviliği karşısında, İran Devleti’nin İslam dünyası’ndaki haksız şöhretini dengelemek; yıldızını söndürmek; yerine ehl-i sünnet Türkiye’nin yıldızını parlatmak. Hadise, bu... onun için bu yol veriliyor. Bu yolun uygun bir şekilde kullanılması lazım geliyor. İstismar edilmemesi lazım geliyor.
Değerli Arkadaşlar! Hz. Peygamberin hayatımızın her alanında bize örnek olması gerektiği açıktır; Allah’ın kitabının bize örnek olması gerektiği açıktır. Bunu da en iyi bilen insanlar sahabedir; sahabeden sonra mezheb imamlarıdır. Bu konuda hiç şüphe edilmeyecek olan insan da, biliyorsunuz İmam-ı Azam hazretleridir.
Şura suresinde Müslümanlara, insanlara verilen mesaj şuradır. Yani demokrasidir; yani fikir hürriyetidir; yani insanlarla istişaredir. Hz. Ömer’den verdiğim misalde bir çığır açan miri arazi düzeni dediğimiz bir düzeni yeniden oluşturan Hz. Ömer’in yapmış olduğu araştırmaların, yaptığı istişarelerin sonucudur. Biliyorsunuz, Hz. Peygamberin ashabı ile istişaresinde çok büyük, çok mükemmel örnekler vardır...
Hz. Peygamaber Bedir’de insanları yerleştiriyor, yerleştiren insanları kontrol ediyor... O sırada sahabeden bir zat soruyor:
“Ya Rasulullah bizi siz buraya Allah’ın emri olarak aldığınız vahiyle mi yerleştiriyorsunuz, yoksa kendi düşüncenizle mi?”
Rasulullah “benim kendi düşüncem” buyuruyor.
Sahabe, “Ya Rasulullah izin verirseniz kendi düşüncemi beyan edeyim. Buraya bizi yerleştirdiğiniz bölüm kumluktur, kayar. Buraya yerleşen mücahid savaşamaz, ayağı kayar. Sağlam zemine oturması lazım gelir mücahidin. Onun için şu arazi daha iyidir.”
Peygamberimiz etrafındaki insanlarla müzakere ediyor ve oraya götürüyor, yerleştiriyor. Hz. Peygamber işte mübarek hayatından bize neyi örnek veriyor? İstişarenin büyük önemini...
Selman-i Farisi hazretleri Uhud’da ne diyor? “Ya Rasulullah biz İran’da şöyle bir harp usulü kullanırdık, isterseniz öyle yapalım.” Peyamber Efendimiz uygun buluyor.
‘Evet’in Zararları Var!
Bu referanduma giderken benim korkularım var, ifade ettim gibi... ‘Hayır’ neden ‘hayır’? ‘Evet’in zararları var; zararları şu: Öyle bir anayasa ortaya çıkıyor ki, 26 madde diyorlar. 26 maddedeki anayasa değişikliği ile ne değiştiriliyor? 26 madde ile 26 madde yama yapılıyor. Neye? Şu kötü, bozuk, işe yaramaz 12 Eylül Anayasası’na... O halde bu yeni birşey değil. Değişiklik? Bu muydu kavil? Herkes yeni bir anayasa diyordu. Yeni, sivil, demokrat, bir anayasa? Öyle demiyorlar mıydı? E peki bu ne? Sen tuttun geldin, 12 Eylül Anayasası’na sığındın. Bunun yeni ile bir alakası yok.
Millet Partisi’nin Görüşünü Almalısınız!..
Tarzı itibaryle kiminle istişare ettin? “Ben Halk Parti (CHP) ile istişare edemiyorum, MHP de şöyle böyle”... beni onlar ilgilndirmiyor, bizi beğenmedin mi? Bizim neyimiz eksik?! Ama sıkıştığınız zaman, kimi çıkarıyorsunuz ortaya? Kim? Cemil! Sıkıştığınız zaman gene de bizim eski tüfeklere muhtaçsınız... Var mı aranızda idare-i kelam yapabilecek ondan daha iyi? Neyse.... Demek ki burada bir yanlışlık var.
Anayasa Mutabakat İle Yapılır!..
Bizim endişemiz adalet yoluna hiçbir şekilde gidilmesine imkanın olmadığı bir anayasa yapılıyor. Yani deniyor ki, ‘ekseriyet alan hangi parti olursa olsun, ekseriyet partileri bundan sonra istediklerini yapsınlar.’ Böyle birşey söz konusu olamaz. Senin almış olduğun oy ne kadar olursa olsun, senin almış olduğun oylar %93 oya almış olan Evren’in Anayasası’ndan farklı değil. Baskı altında, tek taraflı olarak sana verilmiş olan geçici bir müsade, o... Senin vazifen yeniden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni düzenlemek değil. Böyle bir yetkin yok. Niye yok? Çünkü anayasa müşavere ile değil, müşavereyi de aşan ne ile yapılır? Mutabakat ile yapılır.
Değerli Kardeşlerim! Neden mutabakat ile yapılır? Çünkü insanlar bölüm bölümdür; parça parçadır; cemaat cemaattir. Herkesin düşüncesi, menfaati, dünya görüşü ayrıdır. Senin vazifen bu ayrı olan insanları ortak bir noktada toplamaktır. Budur onları bir araya getirip, gelin kanunlarımızın üstünde bir kanun yapalım, bu kanunları buradan çıkaralım, buradan ilham alarak hareket edelim diyeceğin bir sözleşmedir. Adı üstünde, sınıflar, zümreler arasında bir sözleşmedir, bu. Müslümanlar, camiye gidenler, gitmeyenler, camiye gidemeyenler, Hıristiyanlar, az dindarlar, başörtülüler, başı örtülü olmayanlar, Aleviler, Sünniler... Ne kadar insan varsa Türkiye’de ahlakı, düşüncesi itibariyle, siyasetçi dediğin insanın vazifesi bunları bir tek bayrak altında toplamaktır; bir ahenk altında toplamaktır; bir ortaklık için bunları barıştırmaktır. Senin vazifen budur; anayasa buna denir...
Bunun da örneği var... Kim? Hz. Peygamber!
Bütün Korkun Bu!..
-Hz. Peygamber’in... … (sav) de!.. Ama anayasaya gelince kulak arkası et!... Seni başkaları mahkemeye vermesin diye, değil mi? Bütün davan bu, bütün korkun bu değil mi? Hay Allah sana akıl, fikir versin. Allah bu milleti korusun... ne diyor, bir türlü kabul etmek mümkün değil: “Bitaraf olan bertaraf olur” diyor. Hayret, akıl almaz, dehşet verici!... Ne demek, ‘bitaraf olan bertaraf olur’ yahu? Senin bu lafının Evren’in anayasasından farkı ne?-
80 Anayasası Hukuken Geçersizidir
Biliyor musunuz, Evren’in yaptığı en büyük kabahat, yanlışlık ne? O 80 Anayasası var ya, aslında hukuken geçersizdir. Neye geçersizdir? Çünkü yapılan referandum tek tarflı bir referandumdur. ‘Hayır’lar cezalandırılmıştır, ‘hayır’ diyen insanlar hapsedilmiştir, ‘hayır’ diyen insanlara işkence edilmiştir. Onun için ‘evet’ pompalanmıştır. Kim tarafından pompalanmıştır? 12 Eylülcüler tarafından...
Sen 12 Eylücüler’in metodu ile aynen, onların ortaya koymuş olduğu bu anayasayı daha kuvvetlendirmiş olarak ortaya koydun...
Yargılanmaktan Korkuyorsun!..
Ama bazı şartlar var. Ne, o? Hakimler seni yargılamayacak, bütün mesele burada. Yargılansan ne olur? Zillerin mi dökülür? Sen büyüksün tabii! Sen arş-ı azam’ın küpesisin!. Öyle değil mi kaç tane bulunur böyle bir adam? Nasıl bulunsun ki? Demek ki sen Hz. Ömer’den büyüksün!... Çünkü O yargılanmaktan korkmadı. Sen anlaşılıyor ki Hz. Ali’den de büyüksün!...
Hz. Ali’nin zırhı çalınıyor. Zırhını bulduğu bir Hıristiyan’ı dava ediyor. … Küfe kadısına götürüyor. Küfe kadısı diyor ki ‘Ya Ali, şahit nerde? Zırhın senin olduğuna dair bir şahit var mı?’. Hz. Ali oğlunu gösteriyor. Oğlu kim? Hz. Hasan…
Küfe kadısı ne diyor, biliyor musunuz? Neyi (şahitliğini) kabul etmiyor? Yakını olduğu için. … Hz. Ali o davayı kaybediyor. İşte adalet bu, işte devlet başkanlığı bu, işte başbakanlık bu!..
Eğer şöyle diyorsan anlamam, ‘Yahu onlar gelmiş geçmiş, işi bitmiş...’ Tövbe, biz onu diyemeyiz; biz bunları ne masal olsun diye söyleriz ne de hikaye olsun diye söyleriz. Bunlar Müslümanların örnek hadiseleridir, tablolarıdır. Her Müslüman’ın kafasında, arşivinde pırılpırıl böyle örnekler olsun ki adam olalım, insan olalım, Müslüman olalım diye... Mesele bu... inşallah Sayın Başbakana da bu bir hisse vermiş olsun…
Yezid’in Zulmü Karşısında Dilsiz Şeytan Olma!..
…öyle bir dönem gelmiş ki!...öyle bir dönem gelmiş! Hz. Hüseyin’in şehadeti, Hz. Hasan’ın şehadeti, Hz. Ali’nin şehadeti!... facia İslam Dünyası’nda kat kat... Muaviye... Hele o zalim Yezid!.. İslam Dünyasını zehirledi, yok etti. Bugünkü despot zihniyetin temlini bunlar attı. Kadınları bunlar esir etti; İslam dünyasını hürriyetsiz hale bunlar getirdi; İslam dünyasının zihin şelalerini bunlar kuruttu. İşte onun için İslam rönesansı diyoruz. Evet Müslümanlığın yeniden dirilmesi lazım. Bütün Müslümanların kafalarında, gönüllerinde, hayatlarında yeniden uyanması lazım! Dua ediyorsun “Allah’ım bizi Müslüman olmaktan başka bir sıfatla öldürme; bizi Müslüman olarak öldür!” diyorsun. Ama nasıl Müslüman’sın? Müslüman ol, Allah’ın kitabına sarıl, Rasulün sünnetine sarıl ve sana o nurlu yolları gösteren büyük mezhep imamlarının yollarını tut. İmam-ı Azam’ın yolundan ayrılma. Allah bu mübarek günlerde, kutlu mübarek insanların bize gösterdiği hakiki İslam yolundan ayırmasın. Onun ahlakı ile ahlaklanmayı, ibadeti ile zenginleşmeyi, duası ile duası kabul edilen kullar haline gelmeyi nasip etsin; siretinden istikametinden, idaresinden, siyasetinden de ayırmasın. Allah bu Müslümanları, bu zilletten, meskenetten kurtarsın, uyandırsın.
Doğu Türkistan Bağımsızlık Sesini Millet Partisi İle Duyuruyor!
Bu vesile ile bu mübarek günlerde 4000 km öteden gelmiş bizim kan kardeşlerimiz, can kardeşlerimiz, din kardeşlerimiz(Doğu Türkistanlılar) gelip size dertlerini anlattılar. Demek ki o sıkıntının giderileceği, problemlerin çözüleceği, yerin bu meclis, sizler olduğunu Allah onlara bir şekilde gösteriyor. İnşallah onların duaları kabul olur, bizim duamız kabul olur. Allah inşallah sizin sesinizi, gücünüzü arttırır, tesirinizi arttırır, Allah bu milleti de bir millet iktidarına gerçekten millet iktidarına kavuşturur.
Diktatörlüğe ‘Hayır’ Diyeceğiz!..
Herkes ‘millet nerde?’, diyor değil mi? Adı var, kendi yok. “Büyük Türkiye için” diyor, bir ‘evet’cik. ‘Büyük Türkiye için güçlü bir destsek.’ ‘Evet’ler de muhterem ama yanlışlar var, zararlı. Çünkü bu anayasa tadili ile hiçbir şekilde sorgulanamayacak bir iktidar oluşuyor, oluşacak. Bu milletin en büyük sıkıntı çektiği dönem tek parti dönemdir. Tek parti, şeflik dönemleridir. Şeflik dönemlerinin yeniden hortlatılması söz konusudur. Biz şeflik dönemleriyle, yani diktatörlüklerle 1960’larda, 1970’lerde savaştık, onlara hayır dedik. Diktatörlüğe karşı çıktık. Biz ömrümüz boyunca, bizden öncekilerin de yaptığı gibi diktatörlüğün, tek parti yönetiminin, üzerinde kim oturursa otursun, hangi boyayı çalmış olursa olsun, diktatörlüğün kızılına da, sarısına da, yeşiline de, beyazına da “hayır, hayır, hayır!” diyeceğiz.
Rasulullah’ın Anayasasını Takip Edin
Değerli Arkadaşlarım! Sebepleri de izah ettik:
Bir, mutabakatla yapılması lazım gelen bir anayasayı, diktatörce tek taraflı olarak getirdiler icat ettiler, ortaya koydular. Biz yazdık, söyledik.
Siz anayasa gibi temel bir belgeyi, kanunların üstündeki bu belgeyi, ancak rıza ile, insanların rızaları ile, mutabakatları ile yapabilirsiniz. O zaman sizi destekleriz. Doğrusu budur, neden? Çünkü bu Rasulullahın gösterdiği yoldur. Bunu söylemekten, tekrar etmekten de büyük bir zevk alıyorum. Yıllara evvel Ali Fuat Başgil’e söylediğim gibi, ilk defa Muhammed Hamidullah bunu çıkarmıştı ortaya, demişti ki: “Yer yüzündeki ilk yazılı anayasa hangi anayasadır?” Yeryüzündeki ilk yazılı anayasa Hz. Peygamberin anayasasıdır. Anayasa yapmak istiyorsan, işte yol! Bu yola uymadın!...
Ben bunu burda söylüyor, değilim. 1991’de milletvekili seçildiğim zaman, Demirel’in de anayasa yapma çalışmaları vardı. Ben de üç sayfalık bir muhtıra ile gittim o toplantıya. Yığınla dosya getirmişt mesela Erbakan, şu madde değişsin, bu madde değişsin. Ama bizim maksadımız, şudır önemli olan usûlü ortaya koymak. “Hangi usûlle bu iş yapılacak?” bunda mutabık kalırsak mesele kolay. Önemli olan bir usûlü, yani aslı tayin etmek. O çalışma çok etkili oldu, sevenler oldu, anlayanlar oldu. 1993’te yazdık biz onu. Bu TBMM arşivinde mevcuttur. Türkiye’yi kurtaracak yol, Hz. Peygamberin yoludur. Bu bilimsel birşey çünkü. İster gavur ol, ister Müslüman ol. Bu, Hz. Peygamberin ne kadar büyük olduğunu gösteren bir hadisedir. … Öylesine büyük... ve hâla modeldir. Hâla sana örnek oluyor, sünnet budur. Müslüman’san sünnet, bu. İşte yapıyor, yapmış. Neyle yapmış? Orda Peygamberliğini kullanmamıştır, Hz peygamber. Ey Medine halkı ben Allah’ın Resulü olarak başınızda bulunuyorum, demiyor. Müslümanlar zaten bunu biliyor; Müslümanlar zaten buna inanıyor. Ama onun içinde (Medine’de) Hıristiyanlar var, Yahudiler var -Beni Nadir, Beni Kurayza-, … teker teker kalkıyor imza atıyor. Niye? Diyorlar ki bu topluluğu bağımsızlık içinde koruyabilecek olan maddeler, anlaşma, budur. Buna imza atarız, diyorlar. İşte büyüklük bu. Müslüman’dan beklenen, bu. Müslüman’san, namazda da Müslüman’sın, duada da Müslüman’sın, ibadette de Müslüman’sın, siyasette de Müslüman olduğunu bileceksin!..
Mutabakat Yok! Tenkide Tahammül Yok! Adalet Yok!..
Birinci sebep, mutabakatla olan bir anayasayı yapmadığınız, yapamadığınız veya beceremediğiniz için...
İki, hakkınızda yapılan en ufak tenkide tahammül etmediğiniz için... ben üzülüyorum bir insan olarak, bir müslüman olarak; bu ne tuğyan, bu ne şiddet, bu ne azamet, bu ne nefsaniyet, nasıl bir iş bu?
Tenkide Müslüman tahammül edecek. Şura dediğimiz demokrasinin ta kendisidir. Meclis çalışmalarını o hale getirmesi gerekir. Bir Müslüman’dan da beklenen odur. 1920’lerde olan Meclis bitmiştir, yoktur bugün. 1922’lerde olan Meclis rahmetli olmuştur. Daha sonra gittikçe büyük başkanların altında ezilen bir Meclis olmuştur. Siz bu Meclis’te, herhangi bir grupta Mustafa Kemal’e söylendiği gibi, “Paşa Paşa haddi aşarsan, seni yukarı çıkardığımız gibi parçalarız” diyen bir adam görebiliyor musun? AKP içinde bu var mıdır? Mümkün müdür? Bu Meclis’te böyle bir adam var mıdır, olabilir mi? Yoksa bu Meclis olmaz.
Şimdi burada istişareye riayetin önemini ortaya koyuyoruz.
Üçüncü sebep, adalet... Adaletten kaçınmayacaksın. Sen ne zaman büyük olacaksın, benim gözümde, Sayın Erdoğan, Sayın Gül?
Diyor ki “E beni de Menderes gibi mi asacaksınız?” Allah Allah o bir rezillik. Asılması rezillik çirkin, kötü bir şey... o yanlış, kötülük emsal olmaz. Ama sen tekrarlıyorsun onu Türkiye’de. Ama neden korkuyorsun? Gel yahu, biraz tenezzül et, lütfet, gayret et! Yıldırım Bayazit gibi yargılan... Gel Fatih gibi yargılan... Fatih’i yargılayanı biliyorsunuz, değil mi? Fatih kiminle adalette hesaplaştı? Bir Bizans mimarın, bir Hıristiyan mimarının kolunu kestiği için o mimar dava açtı ve davada Kadı Hızır hazretleri ne fetva verdi biliyor musunuz? Hatırlıyor musunuz, o çağ açıp kapayan büyük Fatih’e ne cezayı layık gördü? Kısas! Yani padişahın sağ kolunun kesilmesine karar verdi. İşte budur adalet, sen bu adaletten korkma! Sayın Başbakan adaleti tahkim et, yücelt, büyüt, bağımsız hale getir o insanları, korkutup kışkırtma, orayı bir kavga alanı haline getirme! Askeriyenin içerisinde, hakimlerin içerisinde cadı avı yapma. Bunun adı Müslümanlık değil, anarşidir. Sıkınıtı doğurursun. Ve birgün korkarım ki sen o adaletin kurbanı olursun. Bundan sakın. O zaman bizim de seni kurtarma imkanımız olmaz.
‘BAŞKANLIK SİSTEMİ’ -TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ- MÜ GETİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR?
Peygamber Efendimiz, ‘Adalet mülkün temelidir’ diyor, siyasetin de devletin de temelidir. Başka bir hadis, “adalet nerede, zafer oradadır.” Sayın başbakan sen adaletten ayrılıyorsun, sen istişareden korkuyorsun, sen tenkitten korkuyorsun, sen mutabakatla yapılması lazım gelen bir anayasayı mer-i vaki hale getiriyorsun, adını telaffuz etmediğin bir ‘yarı başkanlık sistemi’ne heves ediyorsun. Ve bunu söylemediğin halde bu milletin tümünü enayi, aptal yerine koyup, ‘evet’i çaktırmadan bir ‘başkanlık sistemi’nin başlangıcı olarak kotarmaya çalışıyorsun. Günahtır. Açık ol, dürüst ol. Bu bir yanlışlıktır.
Yapılan bir şeyin başlangıcı... neyin başlangıcı yahu? Başlangıç da sonunu bir görelim. Amellerin nesine itibar edilir? Sonuna itibar edilir. Burdaki insanlar oy verecek, milyonlarca insan, beş milyon insan oy verecek. “evet” niye ise söyle. Ama sen “evet”i gizliyorsun, saklıyorsun, sen sırf paçayı kurtarmak için... Öyle görünüyor. Bir korkun var. Afran, tafran da o!.. … saklıyorsun, arada söylüyorsun, ‘başkanlık sistemi’ fena olmaz, diye de... bu başkanlık sisteminin hazırlığıdır. Başkanlık sistemi adı altında, korkarız ki Türkiye’de, adaletsiz, kopkoyu, karanlık, çirkin bir tek parti dönemi hortlatılır. Yıllarboyu diktatörlüklerle savaşmış, bunlara itibar etmemiş bir milletin insanı olarak, diktatörlüklerin her birini boğmuş, ayağının altına almış bir millet olarak bu yanlışa “hayır” demek lazım geldiği düşüncesindeyim.
Humeyni Diktatörlüğü Gelebilir!..
Yeni İnönü dönemine hayır!.. Ben temenni ediyorum keşke çok güçlü bir anayasa ile gelinse... belki de yapmazlar ama ya yaparlarsa?... ben bunların bu kadar hayasız, ahlaksız, terbiyesiz, iman zaafiyeti içinde olacaklarını haşa kabul edemem. Çünkü bir insan yapmaz böyle birşey. Ama insanoğlu.... Ya yaparsa?... İşte hukuk bunun için yapılır, “ya yaparsa?...” dedirtmemek için. Kimsenin keyfine bağlı değil. Kanuni zamanında, Fatih zamanında, bütün büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün dönemlerinde adalet bağımsız olmuştur. Siz bu bağımsızlığı ortadan kadırırsanız?... yok filan mezhepten, yok falan mezhepten, yok filanlardan yok falanlardan diyerek Müslümanları, insanları kışkırtırsanız günah olur, vebali olur. Biz bu vebalin altına girmeyiz. Bu vebale “evet” deyemeyiz. Onun için vebali büyük, tehlikeli, zaralı, bir karanlık devri başlatma ihtimali vardır. Belki Tayyip Bey istemeyecektir ama bu değişiklikle bu basbayağı Türkiye’yi rezil bir diktatörlüğe götürebilir. Bu hali içerisinde de Humeyni diktatörlüğü pekâla olur. Tayyip Bey bunu istemeyebilir, Gül’ün de temiz bir insan olduğunu biliyorum. Yapmayın, etmeyin, diyebilir. Ama parti içi dengeleri insanları nereye götürür belli olmaz.
Bildiği Gerçeği Söylemeyenin Ağzına Ahirette Ateşten Gem Vurulur!..
Onun için Türk Milleti’ne, bu aziz vatandaşlarımıza diyeceğimiz şudur:
-Bunları biz neden söylüyoruz? Şundan söylüyoruz. İşte Ebu Hureyre’nin o hadisi, [hem de en sıkıntılı dönemde, Muaviye’nin döneminde, Yezid döneminde konuşuyor] ‘Vallahi eğer Peygamber Efendimizden şu sözü duymuş olmasaydım -‘Bildiği gerçeği söylemeyenin ağzına ahirette ateşten gem vurulur’- hadisini duydum, diyor. Devrin nekadar sıkıntılı olduğunu bildiği halde Ebu Hureyre bir fikir kahramanı, fikir mücahidi olarak bunu söylüyor; bütün bildiklerini söylüyor. O anlatıyor, Hz. Ali’nin büyüklüklerini, İslamı, o günkü şartlar altında ne duyduysa, söylenebilecek her şeyi söylüyor. Ve bir şey daha var. Öyle karanlık günler geçirilmiş ki Ebu Hureyre diyor ki -‘Ben yanımda iki çömlek dolusu bilim getirdim, bunun ancak bu çağda sadece birini anlatabiliyorum’- Nokta!..
Nasıl bir despot dönemine gelmiş ki Ebu Hureyre, bildiği hadisleri söylemekten endişe ediyor. Çünkü öyle dönemler geçirdi ki Müslümanlar... Biliyorsunuz Muaviye biat alıyordu, kılıçla... Muaviye zamanında ne yapılıyordu? Mekke, Kabe mancınıkla taşlanıyordu. Camide Hz. Ali’yi, hadisi anlatanların kelleleri alınıyordu. Bu dönemleri geçirdi, Müslümanlar. Bu şartlar altında Ebu Hureyre’nin nasıl bir kahramanlıkla söylediğini, anlatıyoruz. Ve bize bir ders bu, bildiğiniz geçekleri korkmadan söyleyin.
Kim bilir biz söyleriz, bunu duyanlar, duymayan tüm vatandaşlarımıza, kardeşlerimize anlatırlar; biz de bu vebalden kurtulmuş oluruz. Bize demezler inşallah ‘dilsiz şeytan’, demezler... Hakkı söyledi, hakkı söylemekte devam etti derler inşallah. Allah yolunuzu aydın, sözünüzü etkili, çalışmalarınızı mübarek, hayırlı kılsın.
SAHİH-İ BUHARİ’NİN YURDU NE HALDEDİR?
Bakın sizin makamınızı, sizin yerinizi söyleyeyim. Çok değerli dostum, kardeşim rahmetli İsa Bey, -Yusuf Alptekin, büyük mücahid- Bakın İsa Bey derdi ki: ‘Aykut Bey, ben insanları anlayamıyorum’ derdi. “Sahih-i Buhari’yi yazan adam, büyük adam Buhara’dan çıktığında 120-90 kg. bir adammış.’ ‘Hadis tarihçileri onu öyle yazıyor. Hadis toplayacağım diye adam, bir deri bir kemik kalmış, 40 kg’ya düşmüş. O deve sırtında, öteki beygirin arkasından hadis nakledeceğim diye. Hz. Peygamberden gelen o pırıl pırıl sözleri yazayım, anlatayım Müslümanlar’a diye... Bu Müslümanlar hiç mi düşünmez? Sahih-i Buhari’yi tebcil ederler, okurlar, yüzüne sürerler, bu adamın yurdu ne haldedir diye düşünmezler mi acaba? Sahih-i Buhari’yi yazan insanları, o Maveraünnehir’deki, o Türkistan’daki insanları, büyük İslam dünyasının dinin direği olmuş, medeniyetinin direği olmuş olan bu insanlar ne halde demezler mi, acaba?” Zerafetle hatırlatırdı. Ee, diyorlar, demeye başladırlar ve bu çağıl çağıl bütün ülkeye, bütün İslam Dünyası’na inşallah ulaşacaktır. Ve bu bir duadır. Allah demek ki bu mücahid kardeşlerim için... Bunlar hakkıyla mücahiddir. Hem muhacir... Muhacir biliyor musunuz, Hz. Peygamberin yanında Mekke’den Medine’ye giden tam 226 efsane insan, mübarek insan, mütiş insan... Hz. Peygamber buyuruyor ki, “Benden sonra Hicret sevabı yoktur. Hicret benimle kesilmiştir.” Ya? “Bundan sonra cihat vardır” İslam dünyası için cihad vardır, ata, ecdad yurtlarını terk etmeme vardır, unutmama vardır. Bu nasıl büyük bir görevdir? Ve hele şu Tarık bin Ziyad’ın sözü... Nereye getirdin bizi ey Tarık, diyorlar tabiin hazretleri. Sizi buraya getirdim, diyor. Gemileri de yaktırmış... “Ne yaptın?” diyorlar, “ya ne yaptın? Gidemeyiz de artık!” … Tarık bin Ziyad elindeki kılıncın kabzasını okşayarak diyor ki, “Allah yeryüzünü halis müminlere varis kıldı”
Arz kimin miş? - Müslümanların... Hakiki Müslümanların, salih müminlerin... Bundan yanlış manalar çıkaranlar da olur. Yanlış manalarla işimiz yok. Bizim fütühatımız, İslam’ın fütühatı, kalplerin fütühatı ile başlar. Hz. Peygamberin vefatını anlatıyoruz. Tarık bin Ziyad’ın beraber gittiği 5000 kişilik ordu 30.000 kişilik İspanya’yı feth edebilir miydi? İspanya’nın kapısını kim açtı? Vizigot komutanları açtı, kendileri açtılar. Çünkü Müslümanlar’ın götürdüğü, adalettir, ilimdir, insanlıktır.
Diktatörlük İmkanını Vermek İstemiyoruz
Değerli Arkadaşlar,
Sanırım maksadımı anlatabildim. Hukuk bakımından, siyaset bakımında, idare bakımından... (bu anayasa) bir Müslüman’ın ‘evet’ diyebileceği bir şey değildir. Bir Müslüman’ı, Türkiye’deki Müslümanları yeni bir tek parti zulmüne vasıta olabilecek bir kapıyı açanlardan etmesin. Biz bunlardan sakınırız, biz bunlardan korkarız... Biz yeni bir diktatörlük imkanını asla vermek istemiyoruz. Onun için ‘hayır’ diyoruz. Allah sizin çalışmalarınızı, dualarınızı kabul etsin. Ramazanınızı mübarek etsin. Şunların herbirini de gerçek bir ibadet, saysın inşallah. Bu bir zan değil. Onu da söyleyeyim. Hz. Peygamber yatsı namazından sonra sabahlara kadar anlatırmış, konuşurlarmış. Bunu Keddani, İslam’ın idare ve siyasetiyle ilgili hakikaten dehşetli, müthiş kitabında yazar. Çok az yazılır. Çünkü Müslümanlar’ın siyasetle, idareyle konuşup iştigal etmesi istenmez. Neden istenmez? Çünkü Müslümanlar köle olsun!.. Dünyada neler olup bittiğini bilmesinler, dünyayı atsınlar, yeryüzünde Brahmanlar gibi, Hıristiyanlar gibi yaşasınlar!..
Cihadı Ekber!..
İşte bu... Dolayısıyla bu ibadettir. ... Ve bu Allah’ın inşallah zikridir. Çünkü neden bahsettik? Kur’an okuduk. Bu Kur’an’ın manasını pek az insan topluluklarının söyleyeceği açıklık içerisinde anlatmaya gayret ettik. Dolayısıyla da tebliğimizi de yapmış olduk. Tastamam, dosdoğru gerçeği ifade ettik. Evet, biliyorsunuz, Kur’an’ın bir başka adı da zikir’dir. Kur’an’ı hakkıyla okur, onunla amale etmeye çalışırsanız, ne yapmış olursunuz? Zikir erbabı olursunuz. Allah bu zikrinizi, bu Kur’an okuyuşunuzu, tilavetinizi kabul etsin. Şu kadar yereden her biriniz geldiniz, Allah razı olsun. Sağ olun, zahmet ettiniz, para verdiniz, pul verdiniz, masraf ettiniz, sıkıntı çektiniz ve fazla dinlenme imkanı bulmadan döneceksiniz. Bu nedir biliyor musunuz? İşte en büyük cihaddır. Sizin yaptığınız bu iş, cihaddır, ciha-ı ekberdir. Bunu bilerek söylüyrum, evet cihaddır. Nedir, İslam’ı nalamak, İslam’ı anlatmak, duyurmak, yaşamak cihad’ın ta kendisidir. Cihad, pala sıyırarak olmaz. Cihad, füze savurarak olmaz. Cihad şöyle, böyle olmaz. Cihad budur. Çünkü siz Kur’an’ı anlatıyorsunuz, İslam’ı anlatıyorsunuz. Dostun, düşmanın gücenmesine, kırılmasına itibar etmeksizin sadece Allah’a verdiğimiz söz ile sadece Hz. Peygambere verdiğimiz söz ile onun gereğini yerine getirmek üzere dosdoğru bildiklerimizi söylüyoruz ve uyarıyoruz. Bir hadiste buyrulmıştur ki, “Zamanın zalim sultanına karşı hakikati söylemek en büyük cihaddır.”
Vatandaşlar Reylerini -‘Evet’ veya ‘Hayır’ı- Vicdanları, Akl-ı Selimleri İle Kullansınlar.
Kimseye bir şey söylemek istemiyorum. İktidar sahipleri, her imkanı kullanarak ‘evet’ demek hayırdır, ‘hayır’ demek şerdir, kötüdür” diyorlar. Müslümanlar hiçbir baskı altında kalmadan, en büyük değerin kardeşliğimiz, birliğimiz olduğunu düşünerek bu referandumun da gelip geçici olduğunu bilerek, hiçbir kışkırtmaya tabi olmaksızın, kulak vermeksizin ‘evet’i de dinlesinler, ‘hayır’ı da dinlesinler vicdanları, akl-ı selimleri neyi gerektiriyorsa onu söylesinler; onu korkmadan yerine getirsinler.
ANNAN PLANI REFERANDUMU DERSİ!..
Yıllar evvel Kıbrıs’a gittiğimizde, böyle bir zilletli referandum vardı. Annan Planı referandumu. Hesaplar kitaplar, yapılmıştı. Hiçbir şekilde, rakam olarak, kamuoyu yoklaması olarak “hayır”ın % 9-10’lardan yukarı çıkmasının mümkün görülmediği bir anda, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin bıraktığı, terk ettiği bir anda, Annan refrandumuna biz “hayır” dedik. Bizi, 40 minnetle andığım arkadaşımı, Kıbrıslı mücahid kardeşlerimiz, vatandaşlarımız bağırlarına bastılar. Dediler, ‘Peki madem bu refaranduma ‘hayır’ diyecektiniz, niye gelmediniz şimdiye kadar? Biz Edibali’yi biliriz, 30 seneden beri dostlumuz... Niye gelmedi talebeleri, niye arkadaşları gelmedi? Bizi yanlız bıraktınız. Niye. E şimdi kalkıp bunlara mı oy verelim? Nasıl verelim?’
Kahvelere giden arkadaşlara ‘Edibali selam ediyor’ deyin, dedim. ‘Edibali herhangi bir şey istemeye gelmedi. Edibali, ‘nazlı bayrak yere düşmesin, bu kimin elindeyse önemli değil. Bayrak düşmesin. Bayrak bir defa düşerse, onu almak zordur.’ İşte Azerbaycan’da bayrak düştü, beş reyonda. Bütün Türkiye çalışmasına rağmen, bütün insanların çalışmasına rağmen, Azerbaycan’daki o zulmü durdurabiliyor mu? Yunanistan’da kardeşlerimiz, senin gibi Müslüman, senin gibi beş vakit namazlı insanlar. Ne oldu onlara? Onlar esaret altındalar. O halde önemli olan bayrak. Sandalyede kimin oturduğu bizi ilgilendirmez, hiç de ırgalamaz... Bir, bayrak yere düşmeyecek; iki, ondan sonra yapılması lazım gelen neyse biz kendi aramızda siyasi mücadeleyi veririz, yaparız. Ve Allah ne lütfettiyse ona da biz saygılıyız.
Önce bayrak! Heryerde davamız hak ve bayrak oldu. Ve şükürler olsun Kıbrıs’ta hiç ummadıkları bir şekilde Annan defoldu, gitti... Niye? Dedi ki %75... Allah dedirtti, %36’yı aldık.
Şimdi mahcuplar değil mi? “Yahu biz söz verdik insanlara, hani ‘bir evet ile dünyaya bağlan’acaksın diyorduk. Olmadı, olmuyor, mahcubuz.”
Ama Edibali ve arkadaşları o zaman dediler, ‘Bu işte bir çirkinlik var. Bayrağı düşürüyorsunuz. Sizin niyetiniz bayrağı gavura teslim etmek’
-“Canım, bayrağı teslim eden yok” dediler…
Yahu senin aklın ermiyorsa ne diyeyim ben sana kardeşim? Sen bando mızıkayla bayrağı indiriyorsun. Senin istediğin, o. Hala onun müzakeresini etmiyor mu?
De Gaulle Langırt Gitti!..
Uzun boylu, uzun burunlu bir herif vardır Fransa’da: ‘Ben %65’in altında alırsam Fransa’da durmam’ dedi, De Gaulle... langırt gitti. Sana kim söyletti de % 65 dedin, gitt!..
Böyle azan, azgın hale gelenleri Allah sevmez. Allah azgınların azgınlaşmasına izin vermez. Allah’ın sevmediği şeylerden biri, zulümdür.
‘İşte İstanbul Paşam!’ Zerafeti…
İnönü yıllar boyu, Atatürk’ün vefatından sonra, tek parti dönemi... astığı astık, beyaz trenler falanlar filanlar, gayet şaşalı bir hayat... Mustafa Kemal’in adı ne o zaman biliyor musunuz? “Ebedi şef” hikaye olsun diye ama İnönü’nün adı, milli şef... Yani iki tane şef var, birisinin adı “ebedi şef”, diğerinin adı “milli şef”. Şeflik de bitti gitti... Rahmetli İnönü her şeyi hazırlamış bir “evet” oyu çıkarabilmek. Halk Partisi’ni iktidarda tutabilmek için bütün devlet seferber... imamlar seferber, valiler seferber, polisler seferber, herkes seferber...
46’da İstanbul’da bir miting oluyor. Mitingde İstanbul valisi Lütfi Kırdar, İnönü’yü selamlıyor. İstanbul’u takdim ediyor: -Taksim meydanı 200 bin kişi alıyor eskilerin tabiri ile leba leb dolduruyor; iğne atsan yere düşmez- Ve İstanbul valisi takdim ediyor: “Buyrun Paşam İstanbul” diyor… 10 gün sonra yapılan seçimlerde Halk Partisi hezimete uğruyor. O 200 bin kişi hepsi de Paşa’yı alkışlamışlar (ama oy vermemişler). Demek ki zarif Türk halkı, Müslüman ahalisi ne yapmış? Paşa’ya güzel bir güle güle mesajı vermiş. İnşallah bunlara böyle bir güle güle mesajı verilir, diye düşünüyorum.
AKP’ye ‘Hayır’lı Bir İş Yapalım!..
Bir şoför bana sordu: ‘E… Yani Halk Partisi gelir.’
‘Halk Partisi niye gelecek, Halk Partisi’nin belini toplayacak hali yok’, dedim…
Bu parti bir dolmuş partisidir. En azından beş tane, altı tane, yedi tane insan var. Her biri en azından 10 tane Tayyip... Tayyip, düşünülemeyecek bir adamdı, Tayyip onların önünde; başka bir özelliği yok ki... Bırak onların da bir imkanı çıksın. Gül’ün nesi var? Ali Coşkun’un nesi var? Sayayım mı daha başka? Yığınla insan var? Her biri diğeri kadar önemli insanlar... Ama Tayyip bunları sürekli gergin tutarak, onları baskı altında tutuyor. Dolayısıyla gelin AKP’ye de hayırlı bir iş yapalım, ‘hayır’ diyelim. %50’lerde %40’larda olsun; bu insanlar da bir istikamet alsınlar, bir hesaplaşma imkanı olsun. Yoksa bu ülkenin sonu karanlık bir diktatörlüğe emanet edilemez. Dolayısıyla ‘hayır’ hayırlıdır.
Kur’an’ın Hakikatini, Rasulün Bir Sünnetini Ortaya Koymak Cihad-ı Ekberdir
Soruyorum, Hz. Ebubekir’in imanını nasıl bilirsiniz?
Hz. Peygamber’den sonra imanı en büyük olan insan, Hz. Ebubekir’di değil mi? Ondan sonra? Hz. Ömer. Ondan sonra? Hz. Osman. Ondan sonra? Hz. Ali. Bunlar ne yaptı, Hz. Peygamber vafaat ettikten sonra? Vefat ettiği anda ilk yaptıkları iş nedir? Yenibir iktidar, yeni bir başkan seçimi için gittiler.
Budur!.. Bizden Hz. Ebubekir, Hz. Osman sadakati, gayreti lazım. Bu toplantı odur. Değerli Arkadaşlarım, inşallah bu hayırlı, bereketli, hayırlara vesile olan bir toplantıdır.
Ramazanınız mübarek olsun. Çok teşekkür ediyorum, aziz, değerli, mücahid kardeşlerim.
Şunu hiç unutmayın, siz yeryüzünde, İslam dünyası içerisinde gerçek, hakkıyla cihad eden hakiki mücahidlersiniz. Bunu asla unutmayın. Üzerinizdeki ağır vebal, ağır sorumluluk budur. Bu benim temennim değil; yaptığınız iş bu!..
Kur’an’ın hakikatini ortaya koymak, korkusuzca Rasulün bir sünnetini ortaya koymak, cihad-ı ekberdir. Bunun yaptığım için büyük mutluluk duyuyorum, şükürler olsun.
Bunu değerli mücahid kardeşlerimle paylaştığım için mutluluk duyuyorum.
Ey Allah’ım sen bizim dualarımızı kabul et, yolundan ayırma, kudretini, nusretini bu topluluğa ver ve bu milleti uyandır...
Aykut Edibali
KARDEŞLİĞİNİZİ, BİRLİĞİNİZİ YIKMAYIN!..
Sağ olun, aziz ve sevgili kardeşlerim, dostlarım, alkış tutan elleriniz, sağ olsun, var olsun. Allah yolunuzu aydınlatsın, mükâfatınızı dünyada ve ahirette mükâfatların en güzeli ile versin. Yolunuz cennet olsun. Allah sizi, bu şerefli topluluğu, bu güzide topluluğu ancak hak sözü söyleyen bu topluluğu güçlendirsin, kuvvet versin.
Rasulullah’ı hatırlıyorum, Efendimiz buyuruyor ki 'iyi bilin, bu ağızdan asla yalan çıkmadı' diyor. Şakasında da yalan yok, her dediği doğru, Rahmet Peygamberi...
Öyle bir döneme geldik ki, geliyoruz ki... Diyanet İşleri Başkanlığı genelge yayınlıyor. Haklı olarak diyor ki: “İtidalinizi koruyun, mübarek yerlerde filanın veya falanın propogandasını yaptırmayın; mukaddes camileri bu işe alet etmeyin.” Bu haklı bir itirazdır.
‘Evet’ Ne Kadar Muhterem ve Mübarekse, ‘Hayır’ da Bir O Kadar Mübarektir, Muhteremdir, Doğrudur!..
Türkiye 12 Eylül’de bir refrranduma gidecek. Şimdiden söylüyorum sonuç, bu ülke için ne olursa olsun, hayırlı olsun. Allah bu ülkenin birliğini, dirliğini zaafa uğratmasın. Niyazımız, temennimiz budur. Şuna dikkat edilmesi lazım. İnsanların, hele bugünlerde, bu mübarek Ramazanda şunu iyi bilmeleri lazım geliyor: Yapılacak her seçim vatandaşın muhterem oyları ile sonuçlanır. ‘Evet’ ne kadar muhterem ve mübarekse, ‘hayır’ da bir o kadar mübarektir, muhteremdir, iyidir, doğrudur.
1921 Anayasası’nı Biliyorum!
Benim bir korkum var. 1921 Anayasası’nı ben biliyorum. Bu 1921 Anayasa’sı Türkiye’de gerçek demokrasinin yaşandığı tek dönemdir. 1921-23. Neden? Orada Meclis’in, o Kuvva-i Milliye Meclisi vardır. -Değerli arkadaşlar o hangi Meclis biliyor musunuz? Gazi Meclis o! Bütün üyeleri hakkıyla gazi… Bunlar içerisinde Mehmet Akif gibi bir büyük veli var. Yığınla insan var, korkusuz… hiç bir şeyden korkmayan, gözlerini korku bürümemiş. Sadece ‘vatan’ diyorlar, sadece ‘devlet’ diyorlar, sadece ‘millet’ diyorlar. Ama vatanın her bir yeri işgal altında… batısı işgal altında, doğusu işgal altında… batıda Yunanlılar, doğuda Ermeniler, saldırıyor, vatanın güvenliği kalmamış, asker dağılmış, padişah gücünü yitirimiş, İstanbul’dan umut yok… vatanın her bir köşesi işgal altına giriyor. O gün insanları ayaklandıran kimdir biliyor musunuz? O gün Türkiye’deki 1919-20’deki dedelerimizi, kahraman yapan, büyüten şey nedir biliyor musunuz? Onun sırrını size söyleyeyim… Amasya Müftüsü’nün, Afyon Müftüsü’nün verdiği fetvadır… Diyor ki: ‘Eğer bir belde gavur işgali, altındaysa veya gavur işgaline uğramak tehlikesi varsa, her erkeğin cihada katılması, farzdır. Her erkek, her erkek çocuğu, kadını, erkeği gavurun geldiği istikamete, aldığı üç taşı ‘Allah kahretsin sizi kafirler’ diyerek atsın. Benim memleketim Demir Alayları kurmuş, Çelik Alayları kurmuş. Çelik Alayları kuran bir müftüdür. Demir Alayları kuran bir müftüdür. İşte İstiklal Mücadelesi dediğin, Milli Mücadele dediğin; insanları kahraman yapan, yücelten dönem bir fetva ile başlamıştır. İslam’ın bir emri ile… Kafir ne kadar güçlü olursa olsun, Müslüman bağımsızlığını teslim etmez; vatanını teslim etmez. Bu mücadeleyi kim yapmıştır? Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere o kahraman insanlar. O Meclis’in her bir üyesi hakkıyla Müslüman, hakkıyla gazi, hakkıyla mücahiddir. Onları huzurunuzda rahmetle anıyorum ve fatihalar gönderelim… İşte o kahraman Meclis müzakerelerini sabah, akşam kesmeksizin yaparlardı. Gece gündüz çalışırlardı. Yiyecekleri neydi, biliyorsunuz? Bulgur aşı… kışla gibi yerlerdi. Gece gündüz istirahat yok… Sakarya’yı takip ettiler İnönü Meydan Muharabesini kazandılar. I. İnönü Savaşı’nı yaptılar. Çeteden bir düzenli orduya kadar aylar boyu fedâkarca çalıştılar. İste onlar Gazi Meclis’di. Gazi Meclis’in başat bir özelliği daha var. Mustafa Kamal gelmiş geçmiş en büyük askeri deha… ne diyor, İngiliz? ‘Bütün imkanlarımız vardı. Ama yenildik. Çünkü karşımızda yenemeyeceğimiz bir başka dahi vardı. Yanımızda dahi yoktu, dahi maalesef karşımızda idi.’ diyor İngiliz. İşte bu Meclis’teki Erzurum milletvekili Hüseyin Avni diyor ki: ‘Paşa Paşa! Seni diktatör yapmayız asla! Seni gerekirse parça parça eder alırım!’ İşte o Meclis kahraman Meclis’tir. Büyük Meclis’tir. Mustafa Kemal de onun karşısında bir şey yapmıyor. Çünkü yaparsa, küçülür. Ne o küçüldü ne de o ötekiler küçüldüler.-
Ama ben bu haykırışı, bu hürriyeti, bu bağımsızlık gayretini, bu haysiyeti ve şahsiyeti, Türk Milleti’nin bugün hatırlaması gerektiğine inanıyorum.
Evet, 1921-22’de ‘Meclis Hükümeti’ dönemi vardı, Türkiye’de. Ama ‘Meclis Hükümeti’ dönemini hükümetin sürdürmesi mümkün değildi. Çok zorlanmıştır. Nihayet 1923’de Lozan anlaşması olmuştur. Sakarya Meydan muharebesinden itibaren 1924-25’e kadar Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in yetkilerini Meclis’in isteği ile devralmıştır. O tarihten itibaren de ‘meclis hükümetleri’ dönemi bitmiş; güçlü liderlerin dönemi başlamıştır. Dolayısıyla şuraya getirmek istiyorum: 1924’ten itibaren 1960’a kadar anayasamız olan anayasa, Mustafa Kemal’in döneminde Mustafa Kemal gibi bir yiğit adamın fevkalade yetkilerini kullanmasına izin verebilirdi...
Şimdi aynı anayasayı bazıları getirmek istiyorlar. Bilmem izah edebiliyor muyum? Parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırıyor; kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıyorsun ve diyorsun ki ‘ben şu hakimleri sevmiyorum, savcıları da beğenmiyorum…’
İyi … başka bir isteğin var mı?
Tabi R.T.E. dersem bir tuhaf oluyor, Recep derlerse, kızıyor. Recep ise Recep’tir adı... Şimdi R.T.E. marka olacakmış... Nasıl hitap etsek de üzmeden konuşsak. Çünkü üzülünce, kızıyor…
Müslümanların İntikam Alma Vakti Gelmiş(?!)
Tabii bizim bu sözleri söylememiz rahatsız ediyor. Çünkü sizde bıyıklar var ya, hanımlarımızın önemli bir kısmının da başları örtülü ya, seslerinin çıkmaması lazım. Çünkü işi bozuyorlar. Çünkü ‘Müslümanların tam intikam alma vakti’ değil mi? Yapılan propopganda, bu…
Yahu Müslümanlar kimden intikam alacak, ne oluyor, nedir bu? İnsaf edin, korkun, utanın Allah’tan… bu ülkede kaç milyon Müslüman vardır? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tümü, nüfus kâğıdında İslam yazan tüm insanlar birbirlerinden asla ayrılmaz. Allah katında yüksek değere sahip, sadece Müslüman oldukları için en büyük şerefe layık insanlardır. Sen şimdi bunları, sakallı-sakalsız, başörtülü-başörtüsüz diye, namaza gidiyor-gitmiyor diye, camiye gidiyor-gitmiyor, filan cemaate mensup-mensup değil diye ayırırısan Allah’tan kork, demek lazım sana.
İster ‘Evet’ Deyin, İster ‘Hayır’ Deyin, Ne Derseniz Deyin!..
Müslümanları nasıl parçalarsın sen, bu memlekettekilerin her biri kardeş!..
İster “evet” deyin, ister “hayır” deyin, ne derseniz deyin. Ama Allah için kardeşliğinizi yıkmayın. Birliğinizi yıkmayın.
Adamın biri: “Ben inanıyorum ki’, diyor. ‘Gökten melekler iniyor, kabire gidiyorlar ve o kabirdeki insanları da ‘evet’ demeye davet ediyorlar” diyor. İnsan utanır… Bunu söylerken insan biraz utanır, haya eder… Din bu kadar mı ucuzladı? Siz Onu anladınız. Mezara gidecekmiş, ordaki insanları da çıkarıp, onlara da oy attıracaklarmış ve ‘evet’ dedirteceklermiş… Allah’tan korkun. Bari kabirdekileri rahat bırakın… Ama bu acele, bu sıkıntı nedir? Bir sıkıntıları var, ‘evet’ dedirtme konusunda bir tazyik var. Onlar için hayati, önemli, olmazsa olmaz. Böyle bir şey olamaz.
Beni ‘Evet’ler, ‘Hayır’lar Değil, Deliller İlgilendiriyor!
Vatandaşlarımızın paşa gönülleri ne istiyorsa, hiçbir baskı altında kalmaksızın, hiçbir korkuya kapılmaksızın (reylerini) kullanmalıdırlar. Mesele bu! “Evet” muteberdir, muhteremdir; “hayır” çok daha muhteremdir, muteberdir. Ve beni de filanların “evet” demesi, falanların “hayır” demesi pek de ilgilendirmiyor. Beni sebepler, deliller ilgilendiriyor.
Bendeniz, Değerli Arkadaşlar şöyle düşünüyorum, sizin de öyle düşünmenizi isterim, derdimi anlatabilirsem. Bu bir istişaredir, zorlama değildir:
İslam’ın, Kur’an-ı Kerim’in bu mübarek Ramazan’da diyeyim, dünyanın yönetimi, idaresi ile ilgili delil olarak söylediği, tavsiye ettiği metotlardan birisi değerli arkadaşlar, Müslümanların işlerinin istişare ile yapılması lazım geldiğidir. Bu emridir, Kur’an emridir. Bu okuduğumuz, demin tilavet edilen Kur’an-ı Kerim’in Şura suresinin 36, 37 ve 38. Ayetleri bunu ortaya koyuyor. Cenab-ı Allah özetle, mealen buyuruyor ki, “Allah onlara büyük mükâfat hazırlamıştır. Ama Allah indindeki bu mükâfat dünyadakinden çok daha büyüktür. Ve onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar, Allah’ın yasaklarından uzaklaşırlar, vazifelerini yerine getirirler, bir de işlerini istişare ile şura ile yaparlar.” Bu bütün Müslümanlara, bütün büyük devlet adamlarının kulaklarına küpe olmuştur.
Bir başka konuyu daha, delilimi daha ifade edeyim:
Bir bilenlerle, ülkenin meselelerini istişare edeceksin, danışacaksın... Sayın Başbakan ne yapıyor? Askeri beğenmiyor... Onlar ona göre atanmışlar. Yanlış anlaşılmasın, bizim de beğendiğimiz, beğenmediğimiz tarafları var.
Devlet işleri ile ilgili olarak emir, istişare etmek... Kiminle istişare edeceksin? Konuyu bilenlerle istişare edeceksin... Size bir örenek vereyim isterseniz:
Hz Ömer; Hz Peygamber ve Hz. Ebubekir’den sonra gelmiş geçmiş devlet adamlarının en büyüğü istişareyi nasıl yapardı biliyor musunuz? Şöyle yapardı. Irak toprakları feth edildiğinde diyor ki: “Eğer Irak topraklarını biz, Irak topraklarını feth eden askerlere teker teker dağıtırsak, bu bizim için bir kayıp olur. Gelin bunu yapmayalım. Çünkü biz Araplar, Irak topraklarını verimli olarak kullanacak durumda değiliz, tarım bilmeyiz. Ama bu konuyu bilen insanları yani ahalisini biz vergiye bağlayalım. Ve onların gelirinden İslam dünyası yararlansın. O gelirden biz, serhat boylarında orduları beslemek imkanına sahip oluruz, yolları yapmak imkanına sahip oluruz, İslam dünyasını korumak imkanına sahip oluruz.” Hz. Ömer bu benim görüşüm, diyor. Ve bunun için, burada bir usulü ortaya koyalım:
Hz. Ömer meclisine, bu usulü bilen ashab-ı kiramı, önce Bedir ashabını davet ediyor. Bunu anlatıyor, ne dersiniz, diyor. ‘bildiğiniz bir ayet var mı? Bu konuda Peygamber Efendimizden bir rivayet var mı? Sizin görüşünüz ne?’
-Bedir Ashabı, yani Hz. Peygamberin büyük arkadaşları, sahabesi. Bunlar İslam Dünyası’nın yıldızları, yer yüzünde gelmiş geçmiş en büyü inkılabı gerçekleştirmiş olan insanlar, dahi her biri.
Hz. Peygamberin etrafındaki insanlar, kırat olarak, çap olarak, kafa yapısı olarak, deha olarak … her biri büyük harp stratejilerinin mucidi, bir yığın ilmin mucudi... İslam medeniyetini kuranlar böyle insanlar... Hz. Peygamber yepyeni bir dünya medeniyeti kuran Peygamber. Çünkü nedir, neden? Son peygamberdir. Peygamberliğin sonu. Tüm Peygamberlerin mührü. Rasulullah bu. Özel yetenekleriyle Allah tarafından özellikle terbiye edilmiştir. Rasulullah diyor ki “beni Rabbım terbiye etti.”-
HZ. Peygamber Siyasetiyle Bize Örnektir
Hz. Peygamber yürürken yanındaki insanlar bir gül bahcesinden geçtiklerini hissederlermiş. Hz. Peygamberin yüzünde eksik olmayan o Muhammedi tebessüm, o güzel koku...
Her haliyle bize örnek; ahlakıyla örnek, ibadetiyle örnek... E peki idaresiyle, siyasetiyle? O tarafı bizi ilgilendirmez dersen olmaz. Dersen bir aşağıların aşağısı olursun...
Ne diyoruz? İşte okuduğumuz Şura suresi... Onların işleri ne iledir? Şura iledir. “Peygamber ashabınla istişare et.” emir, bu!.. Peygamber Peygamber iken ashabı ile istişare ediyor. Sen neden etmiyorsun, be adam? Sen neden?
E canım, filanlar, falanlar... her birine bağla bir sebep. O zaman yerin orası değil. Değerli Kardeşim ben seni binlerce, on binlerce, genç kızımızın başörtüsü sebebiyle nasıl bir ıstırap içinde olduğunu bilmeni istiyorum. Bunların hakkı nerde? Nerde bunların hakkı? Kim halledecek bu işi? Bu millet seni Ankara’ya askerle kavga et, yargıçla didiş diye değil -evet bilerek söylüyorum icabında ellerini öperek- bu işi düzlet diye gönderdi. Bu işi düzeltecektin... şikayet etmek kolay; şikayet etmen için göndermedik seni. Mesele bu!..
E diyeceksiniz ki, ‘Sayın başkanım çok şey istiyorsunuz.’ Hayır! Çok şey istemiyorum, çok şey istemiyoruz. Allah’ın Resulü böyle davrandı. İşte size bir örnek:
Hz. Peyamber ashabı ile konuşurken bir zatın ismi geçti. Peygamberimiz rahatsız oldu, üzüldü. Ama aradan biraz vakit geçtikten sonra o şahsın (hakkında kerih işler yaptığı konuşulan adamın) çadıra geldiği ve Peygamberimizle konuşmak istediği öğrenildi. Peygamberimiz, hemen, bekletmeyin alın, dedi. Ve kendisi ayağa kalktı ve onu itibarlı bir köşeye yanına aldı oturttu. Ve ikram edip, taltif ettikten sonra gönderdi. Bunun üzerine ashap şaşırdılar: “Ya Rasulullah bu adam gelmeden önce hakkında çok kötü hisler duymuştuk. Hikmetinden sual etmek istemiyoruz ama hikmeti olmalı. Siz bu zatı, ayağa kalkıp, buyur ettiniz ve yolcu ettiniz. Neden ya Rasullullah, anlayamadık?”
Peygamber Efendimiz diyor ki, ‘Bu zatın kavminde zayıf kardeşlerimiz var, zayıf müslümanlar var. Benim yapmış olduğum bir hareket sebebiyle, onlara zulmetmesinden çekindiğim, korktuğum için... Ordaki zayıf kardeşlerimize hürmeten ben de ona hürmet ettim.’
Gazze’de Ne Yapıyorsun? Gazze Bitti mi?
Hz. Peygamberin örneği buysa, merhameti buysa, Gazze’de sen ne yapıyorsun? “One minute”... bu kadar ucuz olmaması lazım Müslümanlığın... Sen Gazze’deki Müslüman’ın yarasını saracaksın evvela. ... Senin vazifen Yahudi ile kavga etmek değil ki... …“one minute” dedin, ne oldu?... Hiç... Gazze bitti mi? Gazze’de insanlar rahat mı şimdi?
Bunun sebeplerini sonra uzun konuşacağız. Sebebi değişen dünya dengeleri nedeniyle Türkiye’ye verilmek istenen bir rol. Bu rol de, Türkiye Cumhuriyeti’nin İran Aleviliği karşısında, İran Devleti’nin İslam dünyası’ndaki haksız şöhretini dengelemek; yıldızını söndürmek; yerine ehl-i sünnet Türkiye’nin yıldızını parlatmak. Hadise, bu... onun için bu yol veriliyor. Bu yolun uygun bir şekilde kullanılması lazım geliyor. İstismar edilmemesi lazım geliyor.
Değerli Arkadaşlar! Hz. Peygamberin hayatımızın her alanında bize örnek olması gerektiği açıktır; Allah’ın kitabının bize örnek olması gerektiği açıktır. Bunu da en iyi bilen insanlar sahabedir; sahabeden sonra mezheb imamlarıdır. Bu konuda hiç şüphe edilmeyecek olan insan da, biliyorsunuz İmam-ı Azam hazretleridir.
Şura suresinde Müslümanlara, insanlara verilen mesaj şuradır. Yani demokrasidir; yani fikir hürriyetidir; yani insanlarla istişaredir. Hz. Ömer’den verdiğim misalde bir çığır açan miri arazi düzeni dediğimiz bir düzeni yeniden oluşturan Hz. Ömer’in yapmış olduğu araştırmaların, yaptığı istişarelerin sonucudur. Biliyorsunuz, Hz. Peygamberin ashabı ile istişaresinde çok büyük, çok mükemmel örnekler vardır...
Hz. Peygamaber Bedir’de insanları yerleştiriyor, yerleştiren insanları kontrol ediyor... O sırada sahabeden bir zat soruyor:
“Ya Rasulullah bizi siz buraya Allah’ın emri olarak aldığınız vahiyle mi yerleştiriyorsunuz, yoksa kendi düşüncenizle mi?”
Rasulullah “benim kendi düşüncem” buyuruyor.
Sahabe, “Ya Rasulullah izin verirseniz kendi düşüncemi beyan edeyim. Buraya bizi yerleştirdiğiniz bölüm kumluktur, kayar. Buraya yerleşen mücahid savaşamaz, ayağı kayar. Sağlam zemine oturması lazım gelir mücahidin. Onun için şu arazi daha iyidir.”
Peygamberimiz etrafındaki insanlarla müzakere ediyor ve oraya götürüyor, yerleştiriyor. Hz. Peygamber işte mübarek hayatından bize neyi örnek veriyor? İstişarenin büyük önemini...
Selman-i Farisi hazretleri Uhud’da ne diyor? “Ya Rasulullah biz İran’da şöyle bir harp usulü kullanırdık, isterseniz öyle yapalım.” Peyamber Efendimiz uygun buluyor.
‘Evet’in Zararları Var!
Bu referanduma giderken benim korkularım var, ifade ettim gibi... ‘Hayır’ neden ‘hayır’? ‘Evet’in zararları var; zararları şu: Öyle bir anayasa ortaya çıkıyor ki, 26 madde diyorlar. 26 maddedeki anayasa değişikliği ile ne değiştiriliyor? 26 madde ile 26 madde yama yapılıyor. Neye? Şu kötü, bozuk, işe yaramaz 12 Eylül Anayasası’na... O halde bu yeni birşey değil. Değişiklik? Bu muydu kavil? Herkes yeni bir anayasa diyordu. Yeni, sivil, demokrat, bir anayasa? Öyle demiyorlar mıydı? E peki bu ne? Sen tuttun geldin, 12 Eylül Anayasası’na sığındın. Bunun yeni ile bir alakası yok.
Millet Partisi’nin Görüşünü Almalısınız!..
Tarzı itibaryle kiminle istişare ettin? “Ben Halk Parti (CHP) ile istişare edemiyorum, MHP de şöyle böyle”... beni onlar ilgilndirmiyor, bizi beğenmedin mi? Bizim neyimiz eksik?! Ama sıkıştığınız zaman, kimi çıkarıyorsunuz ortaya? Kim? Cemil! Sıkıştığınız zaman gene de bizim eski tüfeklere muhtaçsınız... Var mı aranızda idare-i kelam yapabilecek ondan daha iyi? Neyse.... Demek ki burada bir yanlışlık var.
Anayasa Mutabakat İle Yapılır!..
Bizim endişemiz adalet yoluna hiçbir şekilde gidilmesine imkanın olmadığı bir anayasa yapılıyor. Yani deniyor ki, ‘ekseriyet alan hangi parti olursa olsun, ekseriyet partileri bundan sonra istediklerini yapsınlar.’ Böyle birşey söz konusu olamaz. Senin almış olduğun oy ne kadar olursa olsun, senin almış olduğun oylar %93 oya almış olan Evren’in Anayasası’ndan farklı değil. Baskı altında, tek taraflı olarak sana verilmiş olan geçici bir müsade, o... Senin vazifen yeniden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni düzenlemek değil. Böyle bir yetkin yok. Niye yok? Çünkü anayasa müşavere ile değil, müşavereyi de aşan ne ile yapılır? Mutabakat ile yapılır.
Değerli Kardeşlerim! Neden mutabakat ile yapılır? Çünkü insanlar bölüm bölümdür; parça parçadır; cemaat cemaattir. Herkesin düşüncesi, menfaati, dünya görüşü ayrıdır. Senin vazifen bu ayrı olan insanları ortak bir noktada toplamaktır. Budur onları bir araya getirip, gelin kanunlarımızın üstünde bir kanun yapalım, bu kanunları buradan çıkaralım, buradan ilham alarak hareket edelim diyeceğin bir sözleşmedir. Adı üstünde, sınıflar, zümreler arasında bir sözleşmedir, bu. Müslümanlar, camiye gidenler, gitmeyenler, camiye gidemeyenler, Hıristiyanlar, az dindarlar, başörtülüler, başı örtülü olmayanlar, Aleviler, Sünniler... Ne kadar insan varsa Türkiye’de ahlakı, düşüncesi itibariyle, siyasetçi dediğin insanın vazifesi bunları bir tek bayrak altında toplamaktır; bir ahenk altında toplamaktır; bir ortaklık için bunları barıştırmaktır. Senin vazifen budur; anayasa buna denir...
Bunun da örneği var... Kim? Hz. Peygamber!
Bütün Korkun Bu!..
-Hz. Peygamber’in... … (sav) de!.. Ama anayasaya gelince kulak arkası et!... Seni başkaları mahkemeye vermesin diye, değil mi? Bütün davan bu, bütün korkun bu değil mi? Hay Allah sana akıl, fikir versin. Allah bu milleti korusun... ne diyor, bir türlü kabul etmek mümkün değil: “Bitaraf olan bertaraf olur” diyor. Hayret, akıl almaz, dehşet verici!... Ne demek, ‘bitaraf olan bertaraf olur’ yahu? Senin bu lafının Evren’in anayasasından farkı ne?-
80 Anayasası Hukuken Geçersizidir
Biliyor musunuz, Evren’in yaptığı en büyük kabahat, yanlışlık ne? O 80 Anayasası var ya, aslında hukuken geçersizdir. Neye geçersizdir? Çünkü yapılan referandum tek tarflı bir referandumdur. ‘Hayır’lar cezalandırılmıştır, ‘hayır’ diyen insanlar hapsedilmiştir, ‘hayır’ diyen insanlara işkence edilmiştir. Onun için ‘evet’ pompalanmıştır. Kim tarafından pompalanmıştır? 12 Eylülcüler tarafından...
Sen 12 Eylücüler’in metodu ile aynen, onların ortaya koymuş olduğu bu anayasayı daha kuvvetlendirmiş olarak ortaya koydun...
Yargılanmaktan Korkuyorsun!..
Ama bazı şartlar var. Ne, o? Hakimler seni yargılamayacak, bütün mesele burada. Yargılansan ne olur? Zillerin mi dökülür? Sen büyüksün tabii! Sen arş-ı azam’ın küpesisin!. Öyle değil mi kaç tane bulunur böyle bir adam? Nasıl bulunsun ki? Demek ki sen Hz. Ömer’den büyüksün!... Çünkü O yargılanmaktan korkmadı. Sen anlaşılıyor ki Hz. Ali’den de büyüksün!...
Hz. Ali’nin zırhı çalınıyor. Zırhını bulduğu bir Hıristiyan’ı dava ediyor. … Küfe kadısına götürüyor. Küfe kadısı diyor ki ‘Ya Ali, şahit nerde? Zırhın senin olduğuna dair bir şahit var mı?’. Hz. Ali oğlunu gösteriyor. Oğlu kim? Hz. Hasan…
Küfe kadısı ne diyor, biliyor musunuz? Neyi (şahitliğini) kabul etmiyor? Yakını olduğu için. … Hz. Ali o davayı kaybediyor. İşte adalet bu, işte devlet başkanlığı bu, işte başbakanlık bu!..
Eğer şöyle diyorsan anlamam, ‘Yahu onlar gelmiş geçmiş, işi bitmiş...’ Tövbe, biz onu diyemeyiz; biz bunları ne masal olsun diye söyleriz ne de hikaye olsun diye söyleriz. Bunlar Müslümanların örnek hadiseleridir, tablolarıdır. Her Müslüman’ın kafasında, arşivinde pırılpırıl böyle örnekler olsun ki adam olalım, insan olalım, Müslüman olalım diye... Mesele bu... inşallah Sayın Başbakana da bu bir hisse vermiş olsun…
Yezid’in Zulmü Karşısında Dilsiz Şeytan Olma!..
…öyle bir dönem gelmiş ki!...öyle bir dönem gelmiş! Hz. Hüseyin’in şehadeti, Hz. Hasan’ın şehadeti, Hz. Ali’nin şehadeti!... facia İslam Dünyası’nda kat kat... Muaviye... Hele o zalim Yezid!.. İslam Dünyasını zehirledi, yok etti. Bugünkü despot zihniyetin temlini bunlar attı. Kadınları bunlar esir etti; İslam dünyasını hürriyetsiz hale bunlar getirdi; İslam dünyasının zihin şelalerini bunlar kuruttu. İşte onun için İslam rönesansı diyoruz. Evet Müslümanlığın yeniden dirilmesi lazım. Bütün Müslümanların kafalarında, gönüllerinde, hayatlarında yeniden uyanması lazım! Dua ediyorsun “Allah’ım bizi Müslüman olmaktan başka bir sıfatla öldürme; bizi Müslüman olarak öldür!” diyorsun. Ama nasıl Müslüman’sın? Müslüman ol, Allah’ın kitabına sarıl, Rasulün sünnetine sarıl ve sana o nurlu yolları gösteren büyük mezhep imamlarının yollarını tut. İmam-ı Azam’ın yolundan ayrılma. Allah bu mübarek günlerde, kutlu mübarek insanların bize gösterdiği hakiki İslam yolundan ayırmasın. Onun ahlakı ile ahlaklanmayı, ibadeti ile zenginleşmeyi, duası ile duası kabul edilen kullar haline gelmeyi nasip etsin; siretinden istikametinden, idaresinden, siyasetinden de ayırmasın. Allah bu Müslümanları, bu zilletten, meskenetten kurtarsın, uyandırsın.
Doğu Türkistan Bağımsızlık Sesini Millet Partisi İle Duyuruyor!
Bu vesile ile bu mübarek günlerde 4000 km öteden gelmiş bizim kan kardeşlerimiz, can kardeşlerimiz, din kardeşlerimiz(Doğu Türkistanlılar) gelip size dertlerini anlattılar. Demek ki o sıkıntının giderileceği, problemlerin çözüleceği, yerin bu meclis, sizler olduğunu Allah onlara bir şekilde gösteriyor. İnşallah onların duaları kabul olur, bizim duamız kabul olur. Allah inşallah sizin sesinizi, gücünüzü arttırır, tesirinizi arttırır, Allah bu milleti de bir millet iktidarına gerçekten millet iktidarına kavuşturur.
Diktatörlüğe ‘Hayır’ Diyeceğiz!..
Herkes ‘millet nerde?’, diyor değil mi? Adı var, kendi yok. “Büyük Türkiye için” diyor, bir ‘evet’cik. ‘Büyük Türkiye için güçlü bir destsek.’ ‘Evet’ler de muhterem ama yanlışlar var, zararlı. Çünkü bu anayasa tadili ile hiçbir şekilde sorgulanamayacak bir iktidar oluşuyor, oluşacak. Bu milletin en büyük sıkıntı çektiği dönem tek parti dönemdir. Tek parti, şeflik dönemleridir. Şeflik dönemlerinin yeniden hortlatılması söz konusudur. Biz şeflik dönemleriyle, yani diktatörlüklerle 1960’larda, 1970’lerde savaştık, onlara hayır dedik. Diktatörlüğe karşı çıktık. Biz ömrümüz boyunca, bizden öncekilerin de yaptığı gibi diktatörlüğün, tek parti yönetiminin, üzerinde kim oturursa otursun, hangi boyayı çalmış olursa olsun, diktatörlüğün kızılına da, sarısına da, yeşiline de, beyazına da “hayır, hayır, hayır!” diyeceğiz.
Rasulullah’ın Anayasasını Takip Edin
Değerli Arkadaşlarım! Sebepleri de izah ettik:
Bir, mutabakatla yapılması lazım gelen bir anayasayı, diktatörce tek taraflı olarak getirdiler icat ettiler, ortaya koydular. Biz yazdık, söyledik.
Siz anayasa gibi temel bir belgeyi, kanunların üstündeki bu belgeyi, ancak rıza ile, insanların rızaları ile, mutabakatları ile yapabilirsiniz. O zaman sizi destekleriz. Doğrusu budur, neden? Çünkü bu Rasulullahın gösterdiği yoldur. Bunu söylemekten, tekrar etmekten de büyük bir zevk alıyorum. Yıllara evvel Ali Fuat Başgil’e söylediğim gibi, ilk defa Muhammed Hamidullah bunu çıkarmıştı ortaya, demişti ki: “Yer yüzündeki ilk yazılı anayasa hangi anayasadır?” Yeryüzündeki ilk yazılı anayasa Hz. Peygamberin anayasasıdır. Anayasa yapmak istiyorsan, işte yol! Bu yola uymadın!...
Ben bunu burda söylüyor, değilim. 1991’de milletvekili seçildiğim zaman, Demirel’in de anayasa yapma çalışmaları vardı. Ben de üç sayfalık bir muhtıra ile gittim o toplantıya. Yığınla dosya getirmişt mesela Erbakan, şu madde değişsin, bu madde değişsin. Ama bizim maksadımız, şudır önemli olan usûlü ortaya koymak. “Hangi usûlle bu iş yapılacak?” bunda mutabık kalırsak mesele kolay. Önemli olan bir usûlü, yani aslı tayin etmek. O çalışma çok etkili oldu, sevenler oldu, anlayanlar oldu. 1993’te yazdık biz onu. Bu TBMM arşivinde mevcuttur. Türkiye’yi kurtaracak yol, Hz. Peygamberin yoludur. Bu bilimsel birşey çünkü. İster gavur ol, ister Müslüman ol. Bu, Hz. Peygamberin ne kadar büyük olduğunu gösteren bir hadisedir. … Öylesine büyük... ve hâla modeldir. Hâla sana örnek oluyor, sünnet budur. Müslüman’san sünnet, bu. İşte yapıyor, yapmış. Neyle yapmış? Orda Peygamberliğini kullanmamıştır, Hz peygamber. Ey Medine halkı ben Allah’ın Resulü olarak başınızda bulunuyorum, demiyor. Müslümanlar zaten bunu biliyor; Müslümanlar zaten buna inanıyor. Ama onun içinde (Medine’de) Hıristiyanlar var, Yahudiler var -Beni Nadir, Beni Kurayza-, … teker teker kalkıyor imza atıyor. Niye? Diyorlar ki bu topluluğu bağımsızlık içinde koruyabilecek olan maddeler, anlaşma, budur. Buna imza atarız, diyorlar. İşte büyüklük bu. Müslüman’dan beklenen, bu. Müslüman’san, namazda da Müslüman’sın, duada da Müslüman’sın, ibadette de Müslüman’sın, siyasette de Müslüman olduğunu bileceksin!..
Mutabakat Yok! Tenkide Tahammül Yok! Adalet Yok!..
Birinci sebep, mutabakatla olan bir anayasayı yapmadığınız, yapamadığınız veya beceremediğiniz için...
İki, hakkınızda yapılan en ufak tenkide tahammül etmediğiniz için... ben üzülüyorum bir insan olarak, bir müslüman olarak; bu ne tuğyan, bu ne şiddet, bu ne azamet, bu ne nefsaniyet, nasıl bir iş bu?
Tenkide Müslüman tahammül edecek. Şura dediğimiz demokrasinin ta kendisidir. Meclis çalışmalarını o hale getirmesi gerekir. Bir Müslüman’dan da beklenen odur. 1920’lerde olan Meclis bitmiştir, yoktur bugün. 1922’lerde olan Meclis rahmetli olmuştur. Daha sonra gittikçe büyük başkanların altında ezilen bir Meclis olmuştur. Siz bu Meclis’te, herhangi bir grupta Mustafa Kemal’e söylendiği gibi, “Paşa Paşa haddi aşarsan, seni yukarı çıkardığımız gibi parçalarız” diyen bir adam görebiliyor musun? AKP içinde bu var mıdır? Mümkün müdür? Bu Meclis’te böyle bir adam var mıdır, olabilir mi? Yoksa bu Meclis olmaz.
Şimdi burada istişareye riayetin önemini ortaya koyuyoruz.
Üçüncü sebep, adalet... Adaletten kaçınmayacaksın. Sen ne zaman büyük olacaksın, benim gözümde, Sayın Erdoğan, Sayın Gül?
Diyor ki “E beni de Menderes gibi mi asacaksınız?” Allah Allah o bir rezillik. Asılması rezillik çirkin, kötü bir şey... o yanlış, kötülük emsal olmaz. Ama sen tekrarlıyorsun onu Türkiye’de. Ama neden korkuyorsun? Gel yahu, biraz tenezzül et, lütfet, gayret et! Yıldırım Bayazit gibi yargılan... Gel Fatih gibi yargılan... Fatih’i yargılayanı biliyorsunuz, değil mi? Fatih kiminle adalette hesaplaştı? Bir Bizans mimarın, bir Hıristiyan mimarının kolunu kestiği için o mimar dava açtı ve davada Kadı Hızır hazretleri ne fetva verdi biliyor musunuz? Hatırlıyor musunuz, o çağ açıp kapayan büyük Fatih’e ne cezayı layık gördü? Kısas! Yani padişahın sağ kolunun kesilmesine karar verdi. İşte budur adalet, sen bu adaletten korkma! Sayın Başbakan adaleti tahkim et, yücelt, büyüt, bağımsız hale getir o insanları, korkutup kışkırtma, orayı bir kavga alanı haline getirme! Askeriyenin içerisinde, hakimlerin içerisinde cadı avı yapma. Bunun adı Müslümanlık değil, anarşidir. Sıkınıtı doğurursun. Ve birgün korkarım ki sen o adaletin kurbanı olursun. Bundan sakın. O zaman bizim de seni kurtarma imkanımız olmaz.
‘BAŞKANLIK SİSTEMİ’ -TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜ- MÜ GETİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR?
Peygamber Efendimiz, ‘Adalet mülkün temelidir’ diyor, siyasetin de devletin de temelidir. Başka bir hadis, “adalet nerede, zafer oradadır.” Sayın başbakan sen adaletten ayrılıyorsun, sen istişareden korkuyorsun, sen tenkitten korkuyorsun, sen mutabakatla yapılması lazım gelen bir anayasayı mer-i vaki hale getiriyorsun, adını telaffuz etmediğin bir ‘yarı başkanlık sistemi’ne heves ediyorsun. Ve bunu söylemediğin halde bu milletin tümünü enayi, aptal yerine koyup, ‘evet’i çaktırmadan bir ‘başkanlık sistemi’nin başlangıcı olarak kotarmaya çalışıyorsun. Günahtır. Açık ol, dürüst ol. Bu bir yanlışlıktır.
Yapılan bir şeyin başlangıcı... neyin başlangıcı yahu? Başlangıç da sonunu bir görelim. Amellerin nesine itibar edilir? Sonuna itibar edilir. Burdaki insanlar oy verecek, milyonlarca insan, beş milyon insan oy verecek. “evet” niye ise söyle. Ama sen “evet”i gizliyorsun, saklıyorsun, sen sırf paçayı kurtarmak için... Öyle görünüyor. Bir korkun var. Afran, tafran da o!.. … saklıyorsun, arada söylüyorsun, ‘başkanlık sistemi’ fena olmaz, diye de... bu başkanlık sisteminin hazırlığıdır. Başkanlık sistemi adı altında, korkarız ki Türkiye’de, adaletsiz, kopkoyu, karanlık, çirkin bir tek parti dönemi hortlatılır. Yıllarboyu diktatörlüklerle savaşmış, bunlara itibar etmemiş bir milletin insanı olarak, diktatörlüklerin her birini boğmuş, ayağının altına almış bir millet olarak bu yanlışa “hayır” demek lazım geldiği düşüncesindeyim.
Humeyni Diktatörlüğü Gelebilir!..
Yeni İnönü dönemine hayır!.. Ben temenni ediyorum keşke çok güçlü bir anayasa ile gelinse... belki de yapmazlar ama ya yaparlarsa?... ben bunların bu kadar hayasız, ahlaksız, terbiyesiz, iman zaafiyeti içinde olacaklarını haşa kabul edemem. Çünkü bir insan yapmaz böyle birşey. Ama insanoğlu.... Ya yaparsa?... İşte hukuk bunun için yapılır, “ya yaparsa?...” dedirtmemek için. Kimsenin keyfine bağlı değil. Kanuni zamanında, Fatih zamanında, bütün büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün dönemlerinde adalet bağımsız olmuştur. Siz bu bağımsızlığı ortadan kadırırsanız?... yok filan mezhepten, yok falan mezhepten, yok filanlardan yok falanlardan diyerek Müslümanları, insanları kışkırtırsanız günah olur, vebali olur. Biz bu vebalin altına girmeyiz. Bu vebale “evet” deyemeyiz. Onun için vebali büyük, tehlikeli, zaralı, bir karanlık devri başlatma ihtimali vardır. Belki Tayyip Bey istemeyecektir ama bu değişiklikle bu basbayağı Türkiye’yi rezil bir diktatörlüğe götürebilir. Bu hali içerisinde de Humeyni diktatörlüğü pekâla olur. Tayyip Bey bunu istemeyebilir, Gül’ün de temiz bir insan olduğunu biliyorum. Yapmayın, etmeyin, diyebilir. Ama parti içi dengeleri insanları nereye götürür belli olmaz.
Bildiği Gerçeği Söylemeyenin Ağzına Ahirette Ateşten Gem Vurulur!..
Onun için Türk Milleti’ne, bu aziz vatandaşlarımıza diyeceğimiz şudur:
-Bunları biz neden söylüyoruz? Şundan söylüyoruz. İşte Ebu Hureyre’nin o hadisi, [hem de en sıkıntılı dönemde, Muaviye’nin döneminde, Yezid döneminde konuşuyor] ‘Vallahi eğer Peygamber Efendimizden şu sözü duymuş olmasaydım -‘Bildiği gerçeği söylemeyenin ağzına ahirette ateşten gem vurulur’- hadisini duydum, diyor. Devrin nekadar sıkıntılı olduğunu bildiği halde Ebu Hureyre bir fikir kahramanı, fikir mücahidi olarak bunu söylüyor; bütün bildiklerini söylüyor. O anlatıyor, Hz. Ali’nin büyüklüklerini, İslamı, o günkü şartlar altında ne duyduysa, söylenebilecek her şeyi söylüyor. Ve bir şey daha var. Öyle karanlık günler geçirilmiş ki Ebu Hureyre diyor ki -‘Ben yanımda iki çömlek dolusu bilim getirdim, bunun ancak bu çağda sadece birini anlatabiliyorum’- Nokta!..
Nasıl bir despot dönemine gelmiş ki Ebu Hureyre, bildiği hadisleri söylemekten endişe ediyor. Çünkü öyle dönemler geçirdi ki Müslümanlar... Biliyorsunuz Muaviye biat alıyordu, kılıçla... Muaviye zamanında ne yapılıyordu? Mekke, Kabe mancınıkla taşlanıyordu. Camide Hz. Ali’yi, hadisi anlatanların kelleleri alınıyordu. Bu dönemleri geçirdi, Müslümanlar. Bu şartlar altında Ebu Hureyre’nin nasıl bir kahramanlıkla söylediğini, anlatıyoruz. Ve bize bir ders bu, bildiğiniz geçekleri korkmadan söyleyin.
Kim bilir biz söyleriz, bunu duyanlar, duymayan tüm vatandaşlarımıza, kardeşlerimize anlatırlar; biz de bu vebalden kurtulmuş oluruz. Bize demezler inşallah ‘dilsiz şeytan’, demezler... Hakkı söyledi, hakkı söylemekte devam etti derler inşallah. Allah yolunuzu aydın, sözünüzü etkili, çalışmalarınızı mübarek, hayırlı kılsın.
SAHİH-İ BUHARİ’NİN YURDU NE HALDEDİR?
Bakın sizin makamınızı, sizin yerinizi söyleyeyim. Çok değerli dostum, kardeşim rahmetli İsa Bey, -Yusuf Alptekin, büyük mücahid- Bakın İsa Bey derdi ki: ‘Aykut Bey, ben insanları anlayamıyorum’ derdi. “Sahih-i Buhari’yi yazan adam, büyük adam Buhara’dan çıktığında 120-90 kg. bir adammış.’ ‘Hadis tarihçileri onu öyle yazıyor. Hadis toplayacağım diye adam, bir deri bir kemik kalmış, 40 kg’ya düşmüş. O deve sırtında, öteki beygirin arkasından hadis nakledeceğim diye. Hz. Peygamberden gelen o pırıl pırıl sözleri yazayım, anlatayım Müslümanlar’a diye... Bu Müslümanlar hiç mi düşünmez? Sahih-i Buhari’yi tebcil ederler, okurlar, yüzüne sürerler, bu adamın yurdu ne haldedir diye düşünmezler mi acaba? Sahih-i Buhari’yi yazan insanları, o Maveraünnehir’deki, o Türkistan’daki insanları, büyük İslam dünyasının dinin direği olmuş, medeniyetinin direği olmuş olan bu insanlar ne halde demezler mi, acaba?” Zerafetle hatırlatırdı. Ee, diyorlar, demeye başladırlar ve bu çağıl çağıl bütün ülkeye, bütün İslam Dünyası’na inşallah ulaşacaktır. Ve bu bir duadır. Allah demek ki bu mücahid kardeşlerim için... Bunlar hakkıyla mücahiddir. Hem muhacir... Muhacir biliyor musunuz, Hz. Peygamberin yanında Mekke’den Medine’ye giden tam 226 efsane insan, mübarek insan, mütiş insan... Hz. Peygamber buyuruyor ki, “Benden sonra Hicret sevabı yoktur. Hicret benimle kesilmiştir.” Ya? “Bundan sonra cihat vardır” İslam dünyası için cihad vardır, ata, ecdad yurtlarını terk etmeme vardır, unutmama vardır. Bu nasıl büyük bir görevdir? Ve hele şu Tarık bin Ziyad’ın sözü... Nereye getirdin bizi ey Tarık, diyorlar tabiin hazretleri. Sizi buraya getirdim, diyor. Gemileri de yaktırmış... “Ne yaptın?” diyorlar, “ya ne yaptın? Gidemeyiz de artık!” … Tarık bin Ziyad elindeki kılıncın kabzasını okşayarak diyor ki, “Allah yeryüzünü halis müminlere varis kıldı”
Arz kimin miş? - Müslümanların... Hakiki Müslümanların, salih müminlerin... Bundan yanlış manalar çıkaranlar da olur. Yanlış manalarla işimiz yok. Bizim fütühatımız, İslam’ın fütühatı, kalplerin fütühatı ile başlar. Hz. Peygamberin vefatını anlatıyoruz. Tarık bin Ziyad’ın beraber gittiği 5000 kişilik ordu 30.000 kişilik İspanya’yı feth edebilir miydi? İspanya’nın kapısını kim açtı? Vizigot komutanları açtı, kendileri açtılar. Çünkü Müslümanlar’ın götürdüğü, adalettir, ilimdir, insanlıktır.
Diktatörlük İmkanını Vermek İstemiyoruz
Değerli Arkadaşlar,
Sanırım maksadımı anlatabildim. Hukuk bakımından, siyaset bakımında, idare bakımından... (bu anayasa) bir Müslüman’ın ‘evet’ diyebileceği bir şey değildir. Bir Müslüman’ı, Türkiye’deki Müslümanları yeni bir tek parti zulmüne vasıta olabilecek bir kapıyı açanlardan etmesin. Biz bunlardan sakınırız, biz bunlardan korkarız... Biz yeni bir diktatörlük imkanını asla vermek istemiyoruz. Onun için ‘hayır’ diyoruz. Allah sizin çalışmalarınızı, dualarınızı kabul etsin. Ramazanınızı mübarek etsin. Şunların herbirini de gerçek bir ibadet, saysın inşallah. Bu bir zan değil. Onu da söyleyeyim. Hz. Peygamber yatsı namazından sonra sabahlara kadar anlatırmış, konuşurlarmış. Bunu Keddani, İslam’ın idare ve siyasetiyle ilgili hakikaten dehşetli, müthiş kitabında yazar. Çok az yazılır. Çünkü Müslümanlar’ın siyasetle, idareyle konuşup iştigal etmesi istenmez. Neden istenmez? Çünkü Müslümanlar köle olsun!.. Dünyada neler olup bittiğini bilmesinler, dünyayı atsınlar, yeryüzünde Brahmanlar gibi, Hıristiyanlar gibi yaşasınlar!..
Cihadı Ekber!..
İşte bu... Dolayısıyla bu ibadettir. ... Ve bu Allah’ın inşallah zikridir. Çünkü neden bahsettik? Kur’an okuduk. Bu Kur’an’ın manasını pek az insan topluluklarının söyleyeceği açıklık içerisinde anlatmaya gayret ettik. Dolayısıyla da tebliğimizi de yapmış olduk. Tastamam, dosdoğru gerçeği ifade ettik. Evet, biliyorsunuz, Kur’an’ın bir başka adı da zikir’dir. Kur’an’ı hakkıyla okur, onunla amale etmeye çalışırsanız, ne yapmış olursunuz? Zikir erbabı olursunuz. Allah bu zikrinizi, bu Kur’an okuyuşunuzu, tilavetinizi kabul etsin. Şu kadar yereden her biriniz geldiniz, Allah razı olsun. Sağ olun, zahmet ettiniz, para verdiniz, pul verdiniz, masraf ettiniz, sıkıntı çektiniz ve fazla dinlenme imkanı bulmadan döneceksiniz. Bu nedir biliyor musunuz? İşte en büyük cihaddır. Sizin yaptığınız bu iş, cihaddır, ciha-ı ekberdir. Bunu bilerek söylüyrum, evet cihaddır. Nedir, İslam’ı nalamak, İslam’ı anlatmak, duyurmak, yaşamak cihad’ın ta kendisidir. Cihad, pala sıyırarak olmaz. Cihad, füze savurarak olmaz. Cihad şöyle, böyle olmaz. Cihad budur. Çünkü siz Kur’an’ı anlatıyorsunuz, İslam’ı anlatıyorsunuz. Dostun, düşmanın gücenmesine, kırılmasına itibar etmeksizin sadece Allah’a verdiğimiz söz ile sadece Hz. Peygambere verdiğimiz söz ile onun gereğini yerine getirmek üzere dosdoğru bildiklerimizi söylüyoruz ve uyarıyoruz. Bir hadiste buyrulmıştur ki, “Zamanın zalim sultanına karşı hakikati söylemek en büyük cihaddır.”
Vatandaşlar Reylerini -‘Evet’ veya ‘Hayır’ı- Vicdanları, Akl-ı Selimleri İle Kullansınlar.
Kimseye bir şey söylemek istemiyorum. İktidar sahipleri, her imkanı kullanarak ‘evet’ demek hayırdır, ‘hayır’ demek şerdir, kötüdür” diyorlar. Müslümanlar hiçbir baskı altında kalmadan, en büyük değerin kardeşliğimiz, birliğimiz olduğunu düşünerek bu referandumun da gelip geçici olduğunu bilerek, hiçbir kışkırtmaya tabi olmaksızın, kulak vermeksizin ‘evet’i de dinlesinler, ‘hayır’ı da dinlesinler vicdanları, akl-ı selimleri neyi gerektiriyorsa onu söylesinler; onu korkmadan yerine getirsinler.
ANNAN PLANI REFERANDUMU DERSİ!..
Yıllar evvel Kıbrıs’a gittiğimizde, böyle bir zilletli referandum vardı. Annan Planı referandumu. Hesaplar kitaplar, yapılmıştı. Hiçbir şekilde, rakam olarak, kamuoyu yoklaması olarak “hayır”ın % 9-10’lardan yukarı çıkmasının mümkün görülmediği bir anda, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin bıraktığı, terk ettiği bir anda, Annan refrandumuna biz “hayır” dedik. Bizi, 40 minnetle andığım arkadaşımı, Kıbrıslı mücahid kardeşlerimiz, vatandaşlarımız bağırlarına bastılar. Dediler, ‘Peki madem bu refaranduma ‘hayır’ diyecektiniz, niye gelmediniz şimdiye kadar? Biz Edibali’yi biliriz, 30 seneden beri dostlumuz... Niye gelmedi talebeleri, niye arkadaşları gelmedi? Bizi yanlız bıraktınız. Niye. E şimdi kalkıp bunlara mı oy verelim? Nasıl verelim?’
Kahvelere giden arkadaşlara ‘Edibali selam ediyor’ deyin, dedim. ‘Edibali herhangi bir şey istemeye gelmedi. Edibali, ‘nazlı bayrak yere düşmesin, bu kimin elindeyse önemli değil. Bayrak düşmesin. Bayrak bir defa düşerse, onu almak zordur.’ İşte Azerbaycan’da bayrak düştü, beş reyonda. Bütün Türkiye çalışmasına rağmen, bütün insanların çalışmasına rağmen, Azerbaycan’daki o zulmü durdurabiliyor mu? Yunanistan’da kardeşlerimiz, senin gibi Müslüman, senin gibi beş vakit namazlı insanlar. Ne oldu onlara? Onlar esaret altındalar. O halde önemli olan bayrak. Sandalyede kimin oturduğu bizi ilgilendirmez, hiç de ırgalamaz... Bir, bayrak yere düşmeyecek; iki, ondan sonra yapılması lazım gelen neyse biz kendi aramızda siyasi mücadeleyi veririz, yaparız. Ve Allah ne lütfettiyse ona da biz saygılıyız.
Önce bayrak! Heryerde davamız hak ve bayrak oldu. Ve şükürler olsun Kıbrıs’ta hiç ummadıkları bir şekilde Annan defoldu, gitti... Niye? Dedi ki %75... Allah dedirtti, %36’yı aldık.
Şimdi mahcuplar değil mi? “Yahu biz söz verdik insanlara, hani ‘bir evet ile dünyaya bağlan’acaksın diyorduk. Olmadı, olmuyor, mahcubuz.”
Ama Edibali ve arkadaşları o zaman dediler, ‘Bu işte bir çirkinlik var. Bayrağı düşürüyorsunuz. Sizin niyetiniz bayrağı gavura teslim etmek’
-“Canım, bayrağı teslim eden yok” dediler…
Yahu senin aklın ermiyorsa ne diyeyim ben sana kardeşim? Sen bando mızıkayla bayrağı indiriyorsun. Senin istediğin, o. Hala onun müzakeresini etmiyor mu?
De Gaulle Langırt Gitti!..
Uzun boylu, uzun burunlu bir herif vardır Fransa’da: ‘Ben %65’in altında alırsam Fransa’da durmam’ dedi, De Gaulle... langırt gitti. Sana kim söyletti de % 65 dedin, gitt!..
Böyle azan, azgın hale gelenleri Allah sevmez. Allah azgınların azgınlaşmasına izin vermez. Allah’ın sevmediği şeylerden biri, zulümdür.
‘İşte İstanbul Paşam!’ Zerafeti…
İnönü yıllar boyu, Atatürk’ün vefatından sonra, tek parti dönemi... astığı astık, beyaz trenler falanlar filanlar, gayet şaşalı bir hayat... Mustafa Kemal’in adı ne o zaman biliyor musunuz? “Ebedi şef” hikaye olsun diye ama İnönü’nün adı, milli şef... Yani iki tane şef var, birisinin adı “ebedi şef”, diğerinin adı “milli şef”. Şeflik de bitti gitti... Rahmetli İnönü her şeyi hazırlamış bir “evet” oyu çıkarabilmek. Halk Partisi’ni iktidarda tutabilmek için bütün devlet seferber... imamlar seferber, valiler seferber, polisler seferber, herkes seferber...
46’da İstanbul’da bir miting oluyor. Mitingde İstanbul valisi Lütfi Kırdar, İnönü’yü selamlıyor. İstanbul’u takdim ediyor: -Taksim meydanı 200 bin kişi alıyor eskilerin tabiri ile leba leb dolduruyor; iğne atsan yere düşmez- Ve İstanbul valisi takdim ediyor: “Buyrun Paşam İstanbul” diyor… 10 gün sonra yapılan seçimlerde Halk Partisi hezimete uğruyor. O 200 bin kişi hepsi de Paşa’yı alkışlamışlar (ama oy vermemişler). Demek ki zarif Türk halkı, Müslüman ahalisi ne yapmış? Paşa’ya güzel bir güle güle mesajı vermiş. İnşallah bunlara böyle bir güle güle mesajı verilir, diye düşünüyorum.
AKP’ye ‘Hayır’lı Bir İş Yapalım!..
Bir şoför bana sordu: ‘E… Yani Halk Partisi gelir.’
‘Halk Partisi niye gelecek, Halk Partisi’nin belini toplayacak hali yok’, dedim…
Bu parti bir dolmuş partisidir. En azından beş tane, altı tane, yedi tane insan var. Her biri en azından 10 tane Tayyip... Tayyip, düşünülemeyecek bir adamdı, Tayyip onların önünde; başka bir özelliği yok ki... Bırak onların da bir imkanı çıksın. Gül’ün nesi var? Ali Coşkun’un nesi var? Sayayım mı daha başka? Yığınla insan var? Her biri diğeri kadar önemli insanlar... Ama Tayyip bunları sürekli gergin tutarak, onları baskı altında tutuyor. Dolayısıyla gelin AKP’ye de hayırlı bir iş yapalım, ‘hayır’ diyelim. %50’lerde %40’larda olsun; bu insanlar da bir istikamet alsınlar, bir hesaplaşma imkanı olsun. Yoksa bu ülkenin sonu karanlık bir diktatörlüğe emanet edilemez. Dolayısıyla ‘hayır’ hayırlıdır.
Kur’an’ın Hakikatini, Rasulün Bir Sünnetini Ortaya Koymak Cihad-ı Ekberdir
Soruyorum, Hz. Ebubekir’in imanını nasıl bilirsiniz?
Hz. Peygamber’den sonra imanı en büyük olan insan, Hz. Ebubekir’di değil mi? Ondan sonra? Hz. Ömer. Ondan sonra? Hz. Osman. Ondan sonra? Hz. Ali. Bunlar ne yaptı, Hz. Peygamber vafaat ettikten sonra? Vefat ettiği anda ilk yaptıkları iş nedir? Yenibir iktidar, yeni bir başkan seçimi için gittiler.
Budur!.. Bizden Hz. Ebubekir, Hz. Osman sadakati, gayreti lazım. Bu toplantı odur. Değerli Arkadaşlarım, inşallah bu hayırlı, bereketli, hayırlara vesile olan bir toplantıdır.
Ramazanınız mübarek olsun. Çok teşekkür ediyorum, aziz, değerli, mücahid kardeşlerim.
Şunu hiç unutmayın, siz yeryüzünde, İslam dünyası içerisinde gerçek, hakkıyla cihad eden hakiki mücahidlersiniz. Bunu asla unutmayın. Üzerinizdeki ağır vebal, ağır sorumluluk budur. Bu benim temennim değil; yaptığınız iş bu!..
Kur’an’ın hakikatini ortaya koymak, korkusuzca Rasulün bir sünnetini ortaya koymak, cihad-ı ekberdir. Bunun yaptığım için büyük mutluluk duyuyorum, şükürler olsun.
Bunu değerli mücahid kardeşlerimle paylaştığım için mutluluk duyuyorum.
Ey Allah’ım sen bizim dualarımızı kabul et, yolundan ayırma, kudretini, nusretini bu topluluğa ver ve bu milleti uyandır...
Aykut Edibali
17 yorum:
"EVET'de HAYIR'da muhteremdir, mutaberdir" dedikten sonra, hiçbir MÜSLÜMAN EVET VEREMEZ demek ne demektir? Hangi akla, iz'an'a, insaf'a sığar? Ne yani, EVET verenler PATATES DİNİNDEN mi? Yazının tamamını henüz okumadım, daha yeni gelmiş buraya, amma Edibali'nin bu cümlesi direkt gözüme çarptı.. Umarım sürçü lisandır. diğer yerlerde bunu tevil ediyordur.
Edibalinin bu konuşmasını buraya alarak tarihe not etmiş oldunuz. Bu, iyi. Bunun dışında yazı, akıl, vicdan, insaf ölçülerine sığmayan, tümüyle kişisel ve duygusal atışmalardan oluşuyor. Bu değerli zatın mazul tarftarlarından biri de hocasıyla aynı çizgide yazılar yazmıştı. Nerdeyse cümlesine varana kadar Aydınlıkçıların, Soner Yalçın'ın iftiralarıydı bunlar. Güya bir bilgisayar programı varmış ve seçim sonuçları için "evet"e göre programlanmış. Bu değerli arkadaş şöyle devam ediyordu: "biliyorsunuz, demokrasi bu ülkede ABD'nin istediği bir şey .... " Değerli arakadaşımız, yıllarca Çetin Yekin'in, Erol Manisalı'nın, Aytunç Altındal'ın dizinin dibinden ayrılmadı. Milletin kurtuluş ve yeniden diriliş mücadelesininde tarihi roller oynamış bir hareketin azınlıkta da olsalar bir kısım eski mensubunun düştüğü duruma bakın. Cunhuriyet devrinde İngiltere-ABD hattının birlikte dizayn ettiği ve bugüne dek kanlı darbelerle ayakta tuttuğu bir statükoya gönüllü hizmet sunuyorlar. Oysa "yeniden milli mücadele" diyerek yola koyulmuşlardı. Değerli arkadaşlar, bu bir opersayondur. Aynı operasyon bütün sağ ve sol gruplar içinde yapıldı. Herkes genetik hasmımız CHP'nin yanına kış kışlandı, onun yanında saf tutmaya zorlandı. Saadette yaşananlara bakın. Muhterem eşleri başta olmak üzere pek çok eski arkadaşımızın desteğiyle bugünlere gelen Numan bey, ulusalcı statükodan operasyon yedi. Statüko, tüm ülkücüleri olmasa bile MHP üst yönetimini ele geçirdi. Bir Nabi Yağcı'ya bakın bir de günümüzün TKP'sine. ÖDEP'i kurucularının elinden alan, Ufuk URASI'ı afaroz eden ulusalcı-kemalist ekip, bu partiye Referandumda can siperane "hayır" kampanyaları düzenlettirdi. Karanlık PKK ve onun siyasi uzantısı da aynı koalisyonda yer aldılar. Satatüko bir gecede Baykal'ı bitirdi. Arkadaşlarımdan rica ediyorum. Edibali'nin tavrına bir de bu cepheden baksınlar. Yorumlarıma katılmayabilirler. Ama referandum dolayısıyla oluşturulan büyük koalisyonu iyi etüd etsinler. Abdullah ŞENBAŞ
Değerli Abdullah Kardeşim,
Aşağıdaki tespitlerinize cân-ı gönülden katılıyorum.
Allah Aykut Bey'e mantık nasip etsin.
"Bunun dışında yazı, akıl, vicdan, insaf ölçülerine sığmayan, tümüyle kişisel ve duygusal atışmalardan oluşuyor. Bu değerli zatın mazul tarftarlarından biri de hocasıyla aynı çizgide yazılar yazmıştı. Nerdeyse cümlesine varana kadar Aydınlıkçıların, Soner Yalçın'ın iftiralarıydı bunlar."
Selamlar.
Bu konuşma 1 Mart 1924 de Hilafeti Kaldırtmak isteyen Kanun üzerinde Görüşlerini açıklayan İlahiyat Fakültesi Müderrislerinden Seyit Hocanın Mecliste 6 saat süren konuşmasını hatırlattı. Konuşmanın tam metni H. Hüseyin Ceylan'ın "Cumhuriyet dönemi Din_devlet İlişkileri" kitabının 1. cildinde vardır. Seyit hoca o uzun konuşmasıyla kafaları iğdiş ettikten sonra, Milletvekilleri kanun lehinde oy kullanmışlardır. İşte böyle, uzun konuşacaksın ki, Doğu Türkistandan başlayıp, Sahabi döneminden örnekler verip, maverada uçurduktan sonra kafalar iğdiş olunduğundan emin olacaksın ve hemen zokayı vereceksin. Aykut bey bu yöntemi çok güzel kullanmış.
Tebrikler kardeşim, mükemmel benzetme...
Aykut Bey'in mücadele ile ilgisi kalmadığını biliyoruz da, nasıl bir müslüman bu bu bu şartlar altında evet veremez fetvasını veriyor bu adam?
vel hasıl, bir "lider" hakkında bu kadar şaiya dolaşırken, hala koltuğa yapışması ve inad etmesi ne ile açıklanabilir?
yeter gari yav. parti fesholunsun daha iyi.
Aykut abiyi ancak üst düzeyde beyinler anlayabilir.O zaten o üst düzeyde beyinlerin oluşması için çok çaba sarfetti.Ondan birazcık feyz alanlar bile bu gün nerelerde,bakan mı dersiniz,yazar mı,koskoca kentlerin belediye başkanlıkları mı...Keşke gerçek feyz almış milletini gerçekten seven ve yüceltmeye azimli insanlar çoğunlukta olsaydı.Belki de biz bu durumlarda olmayacaktık,bu konuları konuşmayacaktık.
Bir mürit daha... üst düzey beyinler anlayabilirmiş... Daha hanımının dümen suyundan ayrılamayan bir adam mı üst düzey beyinlere hitab ediyor. beyinin alt düzeyi nasıl oluyor. sen mi karar veriyorsun!
Hanımının dümen suyu demekle neyi kastediyorsunuz?Hanımları ikinci sınıf yaratık mı olarak değerlendiriyorsunuz?İnsan hanımı ile istişarede bulunamaz mı?Bulunmak erdemdir.Katılırsın veya katılmazsın.Bunlar Aykut abinin ön gördüğü düşünceleri anlama kriteri değildir.
Aykut abi 1980 anayasasına da hayır tavrını koymuştu.Biz bunları yaşadık.Şimdi o yıllarda evet diyenler işin goy goyculuğunu yapıyor.İnsan utanır.Açın okuyun o yılları.O yıllarda evet diyenler demokrasi havarisi kesildi şimdi.Yazık...Aykut abi kadar dürüst olsa herkes ....
hayır tüm hanımlar değil, yalnızca eski bir lideri ve dağ gibi bir örgütü bilmediği sulara sürükleyen hanım hakkında konuşuyorum.
oğuz kağan'ın da başına çin prensesleri musallat olurlarmış malumunuzdur...
Lütfen Mücadele Birliği hareketi ile Millet Partisi'ni aynı kategoride değerlendirmeyelim. Her iki teşkilatta da bazı ortak isimler yer alıyorsa da, sözkonusu iki teşkilatın doktriner olarak aynı olmadığını artık bilmemiz gerekiyor. Her Mücadeleci sanki Millet Partili mi?
Adı üzerinde Birlik... Birlik anlamında düşünürsek Mücadele Birliği'nin tek temsilcisi bugün Millet PArtisi'dir. Ayrılanlar ya kendi kabuğuna çekilmiştir, ya da sağa sola yama olmaktan öteye gidememiştir.
maşallah Edibaliye saldırmak mübah,savunmak müritlik olmuş.yazık bu hareketin kurucusuna saldıran acizlere..
Akpnin dümen suyunda bulunursan "iyi müslümansın". Bağımsız ya da özgün olursan sen "kötü mücadelecisin".
AB'ye evet dersen "iyisin".
ABD'ye evet dersen "iyisin".
Gümrük birliğine evet dersen "iyisin".
Referandumda evet dersen "iyisin".
AP'nin, ANAP'ın, AKP'nin dümen suyunda yüzersen "iyisin".
Onlardan farklı düşünürsen "sen hainsin".Allah size akıl fikir versin. Bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.Son not: Biz kendimizi,başkasının ne düşünüp düşünmediğine göre değil, ölçüye göre ayarlamaya çalışıyoruz.BOP'un eş başkanının talimatına göre hiç değil. Bendeniz, referandumdaki oyumun rengini, evetin faziletini anlatan bir Doç.un anlattıkarından sonra netleştirdim.Bir talihçinin çocukları kandırmasını andırıyordu anlattıkları. Yaşadığımız süreç haklı olduğumu gösteriyor. Dün 28 Şubatı yaşatan irade bugün konuşmaları sızdırıyor. Büyük resmin arkasında kim var? Figüran olmaya gerek var mı? Allah, firaset versin. Mehmet Kesikçi
Yeniden Selamün Aleyküm.
Çok sık olamasa da, arada bir hasret gidermek amacıyla da olsa bu siteye bakmaya gayret ediyorum. Bu haliyle tartışmalar "karanlıkta göz kırpmak"tan öte değil. Adımız, yazamayacak kadar mı sakıncalı?
Yorum yazan kardeşlerimin adlarını yazmalarını hasseten rica ediyorum.
Allah'a emanet olun...
Tahir YÜKSEL
Ve Aleyküm Selam Tahir Ağabey,
Site sistemi gereği isimsiz yazıları da onaylıyoruz, zira camiadan büyük çoğunluğun google hesabı bulunmadığını zannediyorum. İnşaallah daha düzenli bir formata geçmeyi planlıyorum yakında. Orada isimsiz girişler olmayacak.
Elimizdeki arşivi düzenleyip, tartışmalar için ayrı bir bölüm ayırmayı düşünüyorum.
http://www.yenidenmillimucadele.org adresini Fahrettin Dağlı ağabey gönderirse, o adreste yeni siteyi yayına almayı planlıyorum.
Dünya işleri biraz vakit alıyor, keşke yeniden öğrenci olabilsem:)
Selamlar,
Mehmet Fatih Gündoğan
Sayın Aykut EDİBALİ'yi dost düşman biliyorki mücadelebirliği ve akabinde MP kurucu genel başkanı. kendilerine mücadeleciyim deyipde şu veya bu cemaatin müritliğini yapan vede utanmadan EDİBALİ ye MP saldıranları Allaha havale ediyorum.
Yorum Gönder