Gelenekten Geleceğe “Yeniden Milli Mücadele” - 2

Pazartesi, Haziran 08, 2009

Araştırmanın ilk bölümü için tıklayınız.

BİR AKSİYON, BİR KADRO, BİR DEVLET
Gelenekten Geleceğe “Yeniden Milli Mücadele” - 2


Sağda Kültür ve Sanat

Artık 1973 senesine geldiğinde YMM ekibi tarafından çıkartılan üç aylık araştırma-inceleme dergisi olan Gerçek, büyük Türk milliyetçiliğinden bahseden, seksen darbesine zemin hazırlayan Türk-İslam sentezi üzerine doktrinler süren bir çizgide ilerlemiş, Cemil Meriç gibi güçlü kalemlerle muhafazakârlar arasında entelektüel birikimin oluşmasına katkıda bulunulmuştur. “Haçlı bilinç altısı”, “Kemal Tahir romanları ve Eşkıya”, “Muallim Naci” başlıklarıyla okuyucuya ilim-kültür ve sanatta sağduyu kazandırmayı amaçlayan Gerçek dergisi, 1980 darbesinin öncesinde silahların peşi sıra koşan gençleri ilim ve sanata çağırmış, mücadelenin fikir ve bilimle olacağını anlatmaya çalışmıştır (Gerçek 1973–79, 1–12). Yine o dönemde yayın hayatına başlayan aylık edebiyat dergisi Pınar ile dönemin genç kalemleri olan Ahmet Efe, Mustafa Ruhi Şirin, Mehmet Akif Ak gibi isimlere edebiyat kapısı aralanmış ve sağdaki edebiyat-kültür eksenindeki boşluk büyük ölçüde doldurulmuştur. “Neden Batı?”, “M. Akif’in sanatı”, “Aydın problemleri” gibi dosya konularıyla yayın hayatına devam eden Pınar dergisi gençleri hem belirli bir kültür seviyesine getirmeyi amaçlamış, hem de ‘eli kalem tutan’ bir nesil için ilk adımı atmıştır (1973–77, 1-70).

DP-AP Arasında Mücadeleciler

Yazıların, inancın, hayat görüşünün ve ortak bir davanın adamı olan bu gençler arasında başlangıçta bir önder, bilge lider yoktur. Eş başkanlık sistemi ile yürütülen işler uzun dönem sonra Edibali’ nin lider olasıyla farkı bir ivme kazanmıştır.

1975 e gelindiğinde Milli Birlik komitesinin görevini tamamlaşmış ve darbe sonrasında herkesin siyasette yeni bir sayfa açtığı dönemde hareketin siyasallaşması kararı alınmıştır. Fakat 12 Mart muhtırasının ardından AP nin yükselişe geçtiği bir anda siyasette taraflarını merkez sağ’dan seçmek yerine Fevzi Çakmak’ın daha önce genel başkanlığını yaptığı Millet Partisi (MP)’ni tercih etmeleri mücadele kadroları içinde, muhtıra sonrası sessiz sedasız gelen kırılmanın ardından; çelişkileri, soruları ve sorgulamaları beraberinde getirmiştir. Yavuz Argun ve arkadaşları Millet Partisi konusunda doğru bir karar verilip verilmediğini sorgulamaya başlarlar. Argun’a göre Türkiye’de sağ ve sol arasındaki çatışmalar yükselirken askeri müdahalenin ülke için gerekli olduğunu düşündükleri bir zamandır 12 Mart dönemi. Çünkü bu kavgayı ayırma konumunda olanlar, ayırma anında yeni, bir siyasi oluşuma neden olacaktır. Mücadeleciler de merkez sağ partileriyle birleşerek siyasete devam etmeliydiler”(İridağ, 2003, 424:2).

1972’den 2008’e DGM Değişen DGM Algısı

Milet partisinde hareketin siyasallaşma operasyonu başarısız olunca, mücadeleciler Adalet Partisi ile dirsek temasında bulunur ve bu partinin gençlik kollarını teşkilatlandırmaya başlamış ve1976’da Adalet Partisi adına bir miting düzenlemişlerdir. 4 Ekim 1976 günü Konya’daki “Tarihi Karar Mitingi”nde DGM lerin “Devlet güvenliği ve hukuku olduğunu, işçilere değil vatan hainleri, komünist ve millet düşmanlarına karşı olduğunu” savunan mücadeleciler, o günlerde 12 Mart darbesini yapan askerin gün gelip de 28 Şubat post-modern darbesini yapacağını akıllarının ucundan bile geçirmemiş ve DGM lerde önce komünistlerin yıllar sonra da başörtülülerin yargılanacağını hiç düşünmeden dönemin hızlı atmosferi içinde, ordu-halk anlaşmasının gereğince “DGM ye karşı çıkandan millet hesap soracak” demişlerdir.

12 Eylül muhtırasından önce ülkücü ve solcu gençler arasında sokak kavgaları büyürken, her akşam onlarca ölüm, yaralanma haberi evlere ateş düşürürken ve herkes “askeri müdahalenin” şart olduğuna inanırken, mücadeleci gençler silahlı eylemde bulunmamaları, fakültelere baskın yapmak yerine üniversitelerin duvar gazetelerine, yayınlarına hâkim olmakla yeniden dikkatleri üzerlerine çekmeye başlamışlardır.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 arasında geçen süreç içerisinde Aykut Edibali arkadaşlarının, gençler arası kutuplaşmanın en yoğun olduğu dönemde bile silaha sarılmamasının, sokak kavgalarında davalarının geleceği için taraf aktif olmama nedenlerini “ben hiç birinin burnunu kanatmadım, çocuğum gibi üzerlerine titredim, satmadım, ne kan sattım, ne sattırdım. Türkiye’de benden başka bunu hiçbir lider diyemez” sözleriyle özetliyor (İridağ, 2003, 424:2).Mücadeleci kadrolar arkadaşlarını her zaman için sokak kavgalarından sakınmışlar ve yeniden milli mücadelenin ancak ve ancak fikri olacağına inanmış, çevrelerindekileri inandırmaya çalışmışlardır. Çekirdek kadronun hemen hemen hepsi yazan, okuyan, araştırmalar yapan gençler oldukları için anlatılanların etkisi sokakta değil, kitap ve dergi sayfalarında aranmaktadır.

12 Eylül 1980

12 Eylül sonrasında safların değiştiği, yeni bir darbenin ve Mamak Ceza Evi’nde gelecek dönemin siyasi aktörlerine rollerin dağıtıldığı teorilerinin ardından, yine bir darbenin verilmiş muhtıraların, sokağa çıkma yasaklarının ardından asker kışlasına çekilir. Partiler toparlanmaya, yeni siyasi oluşumlar hazırlık yapmaya başlar. Altmışların yetmişlere, yetmişlerin seksenlere benzemediği; sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan Menderesten bu yana “modernleşmenin kim öncülüğünde yapılacağı” tartışmasına son noktayı koyacak 28 Şubattan ve doksanlarda yaşanacaklardan herkesin habersiz olduğu bir dönemde, Edibali ve arkadaşları ıslahatçı demokrasi partisini kurarlar.

12 Mart ve 12 Eylül muhtıralarıyla kan kaybeden teşkilat, Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile yeni bir oluşumun heyecanını yaşamaya başlar. Edibali ve onunla yola devam eden arkadaşları partinin ilk genel kongresinde farklı söylemleri ve hızlı çıkışlarıma medya ve kamuoyunun ilgi odağı olmayı başarırlar. Başı açık ve örtülü hanımların tribünlerde yan yana poz vermesi “Afro saçlı ile sıkma başlı” şeklinde yorumlanacak, küçük partinin büyük kongresi uzun süre konuşulacaktır. “zafer hakkın ve hakka inananlarındır” sloganıyla siyasal mücadelecilik pozları veren parti, genel başkan Edibali’nin “İhtilalci değil İnkılâpçıyız” açıklamalarıyla kimliğini ve duruşunu halka arz etmeye başlamıştır (1990, s12). Muhafazakâr ve milliyetçi değerlere sahip IDP ekonomide, toplum yapısında, manevi ve kültürel hayatta ilim ve akıl rehberliğinde, Türk inkılâbından da hareket ederek dünya kültürü ve dünya bilimlerini yorumlamayı vaat etmiştir.

Kutsal İttifak

1991 seçimlerinde RP-MHP-IDP arasında gerçekleştirilen ittifakla 3 milletvekilini meclise sokan parti içersinde bu oluşum “Milletin İttifakı” olarak değerlendirilmiş ve 1950 deki beyaz devrim, 1978 deki Kıbrıs Barış Harekâtı gibi bunun da ülke tarihinde iyi ve güzele giden yollardan birisinin kapısını açacağına inanılmıştır. Siyasal yaşamları boyunca seçim barajının özgürlükleri kısıtladığını savunan dönemin Kayseri milletvekili Edibali, bu ittifak sayesinde hem milletin meclisine girme olanağı bulmuş hem de mücadelecilikten bu yana savundukları yetkin kadro, ilim önderliği, milli menfaat, demokratlaşma ve hukuk devleti olma felsefesinin bir ürününü ortaya koymak istediklerini dile getirmiştir (1991, s6) Biri İslamcı biri milliyetçi biri devletçi muhafazakâr olan üç partinin 1991 yılında attığı bu büyük adımla modernleşmenin halk ayağında ilerleme ve gelişmenin yolu açılmıştır. Siyasal duruşu ve çalışmaları nedeniyle ittifakın arabulucusu sıfatını kazanan Edibali, ittifak süresinde kimlikler siyaseti açısından IDP-RP-MHP arasında çok büyük farklılıklar görmediğini her defasında vurgulayarak, milliyetçi, İslamcı, devletçi tanımlarının sınırlandırmasından kurtulup, ileride AKP hükümetleri boyunca üzerinde sık sık durulacak ‘toplumun muhafazakâr kimliği’ içersinde diğer renklerin kabullenilmesi sağlanmıştır. “Biz öyle bir entegrasyon, bir birlik meydana getirmeliyiz ki; tüm farklılıklar, tüm tonlar yeşerebilmeli. Bu üç partinin dışındaki tonlar da görülebilmeli, yeni bir barışa kardeşliğe kucak açmalılar” diyen Edibali 90 larda dünyada esen “yeni kimliklere saygı duyma”, “fıtri farklılıklar” düşüncelerinden türkiyenin de olumlu etkilenmesi taraftarı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. (Bayrak dergisi, 1991, 37:1)

Seçimlerden sonra düzenlenen basın toplantısında Erbakan’ nın “Seçimler bittiğine göre ittifak dağılacak mı” sorusuna “İttifak tutmuştur, güçlenerek ve genişleyerek devam edecektir” cevabı tarafların ve toplumun bu ittifakta millet menfaati için masaya oturduğunu ve sonuçtan da memnun olunduğunun bir göstergesidir. Daha sonra Alparslan Türkeş ve Aykut Edibali tarafından imzalanan ve “ittifakın kurumsallaşması, gelişmesi milli ve manevi değerlere bağlılığı, türkiyenin manevi ve bilimsel potansiyelini harekete geçirecek; usul, zamanlama ve planlama açısından koşulların yeniden gözden geçirilmesini yeni bir protokole ihtiyaç duyduklarını” anlatan metin Erbakan tarafından haftalarca imzalanmamış, “bize katılın, tek bir parti olalım” söylemlerinin karşılıklı sıkıntılara neden olduğu gerekçesiyle protokol sona erdirilmiştir (Bayrak dergisi, 1991, 40:1). Kısa sürmesine rağmen Türkiye siyaseti için bir umut niteliği taşıyan bu protokol %7 lik seçim barajına bir manifesto niteliğinde hem de farklı görüşlerin milletin bekası için aynı çatı altında toplanabilirliği mesajı vermesi açısından önemlidir.

Millet Partisi

2 Kasım 1992 de IDP nin 2. büyük kongresinde birlik barış partisi, bayrak partisi ve millet partisi IDP ye katılır ve bu üç partinin potasında eriyip, siyasal bir bütünlük kazanacağı yeni partinin adı artık Millet partisidir.

Seçim Kanunu

Seçim barajı bu güne dek ülkemizde pek çok partinin en büyük sıkıntısı olmuştur ki kurulduğu günden bu yana baraj engeline takılıp da mecliste kendisini temsil etme hakkı bulunmayan millet partisi de buna dâhildir. Türkiye’de 1948 yılında liste usulü çoğunluk sistemi yasalaşmışken 1950 de DP nin tek başına iktidar olmasının ardından 1960 ta d’Hondt sistemi uygulanmış ve seçime giren dört partinin tamamı da meclise girmiştir. 1965 yılında milli bakiye sistemi uygulanmış ve seçime giren tüm partiler aldıkları oy oranına denk gelen sayıca meclise milletvekili göndermiştir. 1968 yılında Demirel hükümeti küçük partileri ortadan kaldırmak için 1036 sayılı kanunla çevre barajlı d’Hondt sistemini getirmek istemiş; ancak anayasa mahkemesi bu kanunun baraja ilişkin hükümlerini iptal etmiştir. 1969,73 ve 77 seçimlerindeki istikrarsızlığın nedeni de yine d’Hondt sistemidir. 12 Eylül sonrasında kanunlaştırılın bu sisteme 87 ve 91 yıllarında sisteme ilave olarak kontenjan usulü uygulanmıştır. Anayasanın 67. maddesi “seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” dese de millet partisi ve diğer küçük partilerin parlamentoda bulunmak için seçim kanunda değişiklik istemelerine rağmen DYP, ANAP, DSP-MHP hükümetleri boyunca muhalefetin bu isteğini dikkate almayan partiler 2 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin ardından kendilerinin de iktidar dışında kalmasıyla bir sorun olarak algılanmaya başlamıştır. (Akgül, 2006, 347–349)

1960’tan 2008’e Merkez Sağın Dönüşümü

2002 de %34,29 gibi bir oranla tek başına iktidar olan AKP hükümetine ise 2007 seçimlerine kadar “gömleğini değiştiren milli görüşçü” gözüyle bakılmıştır. Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ün gösterilmesinden, çağlayan ve Tandoğan mitinglerine sonra 22 Temmuz seçimlerine kadar resmi ideolojiler yangınının yaşandığı Türkiye’de 2007 de sivil anayasa taslakları, özgürlük ve barış açılımları; 367 çoğunluğu, kamusal alan sınırlandırması gibi çalışmalarıyla yıllardır süregelen ve atanmışların seçilmişleri denetlediği Türkiye de bu konuların birer çıkmaz olarak karşımızdan kaldırmak istenmesi nedeniyle liberallerin, aydınların ve elitlerin desteğini almıştır. Fakat başsavcının dava açması, üniversitelerde türbana özgürlük getiren yasanın reddi, küresel kriz tartışmalarının farklı boyutlara taşınmasıyla AKP hükümetini yalnızlaştırmıştır.

Şimdilerde daha çok merkez sağ partililerinde görülen ve ‘vitrin’ hazırlama telaşıyla ideolojilerin yok sayılıp yalnız ve yalnız hizmet mantığıyla, diğer partilerde yetişmiş kadrolarla siyaset yapıldığı ve kriz anlarında ‘tek başına iktidarda olan bir hükümetin’ faydası olduğu kadar zararlarının sık sık önümüze çıktığı 2008’in Türkiye portresinde; seçim kanunlarının yeniden düzenlendiği, tek bir partide farklı kimliklerin aksiyonerlerini toplamak yerine herkesin ‘kendi evinden ve kendi renginden’ siyasete dâhil olabileceği yeni bir siyasal ortam ancak içinde bulunduğumuz sorunların çözümüne yardımcı olabilir. Başarıyla yürütülen koalisyon hükümetlerinde “Medya akreditasyonları, mahalle baskıları, siyasetin magazinleştirilmesi” gibi suni gündemlerden kurtulan Türkiye daha önemli sorunlara değinecek ve yeni açılımlarda bulunabilecektir. 1980 sonrasında çeşitli girişimlerle ‘siyaseti bilinçten men edilen’ gençler farklı kimlikleriyle, yeni oluşumlarda bulunup; olayları daha geniş bir çerçeveden izlemeyi başarabilirlerse bu ülke biraz nefes alacaktır.

Kadroların Bitmeyen(!) Vazifesi

2008 Türkiye’sinde Mücadele Birliği gibi gençlere inkılâpçı tavır ve teşkilatçılığı aşılayacak alternatif kapılar aralanmalı, kadrolar yetiştirilmeli halkına güvenen bir devlet politikasının içinde; toprağının bahtına nazar boncuğu takmasını bilen insanların sistemin içinde hayat bulmasına, kendisini huzurlu ve güvende hissetmesine müsaade edilmelidir.





KAYNAKÇA:
.Ahmad Faroz, (1995), Modern Türkiyenin Oluşumu, Sarmal Yayınları, İstanbul
.Basında IDP (1990), Otağ yayınları, İstanbul
.Edibali Aykut, (1991), Bayrak dergisi, “IDP’ nin Sağda Birlik Modeli” Bayrak Yayınları, İstanbul
.Edibali Aykut (1970), Kadroların Vazifeleri, Otağ Yayınları, İstanbul
.Gerçek Dergisi (1973–77), Otağ yayınları, 1–12, İstanbul
.Hale, William. (1996), Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Hil yayınları, İstanbul
.İridağ Osman (2003) Aksiyon Dergisi, “Sokakta Ülkücüler, Koridorda Mücadeleciler”, Feza yayınları, 424, İstanbul
.Akgül, Mehmet Ali (2006), Nasıl Bir Seçim Sistemi: Siyasi Parti Görüşleri, www.auhf.ankara.edu.tr
.Pınar Dergisi (1973–77), Otağ Yayınları, 1–70, İstanbul
.Türkmen Hamza (1994), Haksöz Dergisi, “Yeniden Milli Mücadele Sorgulanmalıdır- 1”, 39, İstanbul
.Türkmen Hamza (1994), Haksöz Dergisi, “Yeniden Milli Mücadele- 1”, 39, İstanbul
.Yeniden Milli Mücadele Mecmuası ,(1970–79), Otağ Yayınları, İstanbul
.Zürcher, Erik Jan. (2008) Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul

Ümmügülsüm TAT

2 yorum:

Ziyaretçi,  14 Haziran 2009 11:05  

Kadroların Bitmeyen(!) Vazifesi

2008 Türkiye’sinde Mücadele Birliği gibi gençlere inkılâpçı tavır ve teşkilatçılığı aşılayacak alternatif kapılar aralanmalı, kadrolar yetiştirilmeli halkına güvenen bir devlet politikasının içinde; toprağının bahtına nazar boncuğu takmasını bilen insanların sistemin içinde hayat bulmasına, kendisini huzurlu ve güvende hissetmesine müsaade edilmelidir.

kilit cümle burası olmuş...
Tebrikler.

Ziyaretçi,  3 Eylül 2009 11:23  

Evet , Kadroların bitmeyen vazifeleri...
Yeryüzünde fitne ve fesattan eser kalmayıncaya kadar...
Ve bunun için MUHTEŞEM TÜRKİYE
Kalemine sağlık adı güzel bacım,kızım.
Bir Edibali Duasıyla:"İki cihanda aziz ol." inşallah...
Mehmet MUTLUOĞLU

Yorum Gönder

"Mücadele Birliği nasıl ki kurluduğu yıllarda sahabe iştiyakı, imanı, gayreti ile çalışmışsa; Bugün de hiç bir grup, parti, şahıs tekelinde değildir.

Bu teşkilatın tezgahından geçenler yine aynı kardeşlik duyguları ile birbirlerine bağlıdır. Bunu ifsad eden, arada husumeti yayanlar asla Mücadeleci olamazlar!"

Son Yorumlar

İman Et
Mücadele Et
Zafer Senindir!
Zafer Hakkın
ve Hakk'a inananlarındır!
Kopyalama hakları: GNU, GÖBL.