YMM'den Millet Partisi'ne Düşünceler, Eleştiriler ve Çözüm Önerileri - 3

Cuma, Ocak 29, 2010

birinci bölüm: Bilmenin Vebali
İşte 12 Eylül 80 öncesinde bunları yaşayan teşkilatımız yine de diriliğini kaybetmemiş, İDP ile siyaset sahnesine de hızlı ve muhteşem bir giriş yapmıştık...Ankara’yı sonra İstanbul’u medyası, siyasi parti ve çevreleriyle sarsan, “kim bunlar ve ne oluyor?” dedirten bir girişti bu. Bilenler biliyordu ama 12 Eylül ihtilali sıcaklığını korurken yapılan bu büyük hamle hem Özal’ı hem Demirel’i hem de onların hami ve hempalarını elbette rahatsız etmişti.


Ve hemen gereğini yapmaya başladılar. Haberlerde yer vermediler, seçim kanunu değiştirdiler vs. vs. TV tekti ve haberleşmede devlet tekeli söz konusuydu, daha bir sürü şey.

Bizim yaptığımız seçim çalışmalarını, Türkiye’ye seçim ortamı anlamında getirilen yenilikleri, ezber bozan propaganda tekniklerini ve daha bir sürü şeyi o günün çalışmalarına katılanlar zaten biliyor. Hakikaten muhteşem, keyif veren ve bir sürü yokluğa rağmen bir sürü güzel şeyin başarıldığı bir dönemdi. Kongrelerde benzer heyecanı ve coşkuyu ittifak sonrası dönemde bile gördük. Ama ben bir şeyi daha gördüm belki önemsizdir; fakat hep aklıma takılmıştır. Her kongrede bayan ve çocuk sayısı artıyor ama erkek sayısı, arkadaşlarımızın dışında halktan katılımcı sayısı düşüyordu.

Hele AŞTİ’de yapılan ve son katıldığım kongre eski canlılıkların yanında sunî teneffüs yapıyor gibiydi. Çoluk çocuk kadın kız, kızan kim varsa götürdüğümüz halde o salon dolmamış, genel başkanın, beş yıl önce başbakan olmuş ve 28 Şubatta siyasi mevtalığa yürüyen Erbakan’a takılıp kalmış konuşması çoğumuzu sükût-u hayale uğratmıştı.

Niye ve niçin böyle oldu sorusu hep soruldu, değişik analiz çalışmaları da yapıldı. Arkadaşlarımızdan düşüncelerini, eleştirilerini -ilk defa bu kelimeyi duymuştum- açıkça yazmaları, bunun il yöneticileri ve daha sonra genel merkezce değerlendirileceği söylenmişti.

İl, ilçe bazında toplantı ve istişareler yapılırken bir yandan da tanıdık bir kelime tekrar gündeme geliyordu. Fitne! Bazı görevli ağabeyler sırf bu konuyu konuşmak için ilçe ilçe geziyordu. Bu kelime ortaya çıkınca arkası malum. Budama! O da gecikmedi. 85–95 arası biraz durur gibi olan meşhur budama bıçağı yine kınından çıkmış ve orayı burayı kesmeye, feshetmeye başlamıştı.

Sonunda bugün gelinen noktaya bakacak olursak partimizin bir seçime katılabilecek kadar örgütlenmesi kaldığından şüpheliyim. “Katılsa ne olacak ki? Sorusu ise umutsuzluk yüklü ve yürek burkan bir sorudur.

ELEŞTİRİLER

1-Sayın Genel Başkanımızın, çok iyi bir ideolog, çok iyi bir eğitici olduğu şüphesizdir. İşin teorisyenliği konusunda ona çok şey borçluyuz. Ama kestirmeden bir gerçeği söyleyeyim: Aykut Ağabey, kötü bir particidir. Evet,siyasi parti başkanlığı onun kişiliğine, bir bilim adamı hassasiyetine sahip biyolojik ve ruhi yapısına uymamaktadır. Siyasi parti genel başkanlığı, siyasetin merkezi olan ilden başlar ve oradan yönetilir. O merkez Ankara’dır. Oysa bizim başkan zorunlu olmazsa Ankara’yı Yahya Kemal kadar bile sevmemektedir. İstanbul’dan bir partinin yönetil(e)meyeceğini de biz göstermiş olduk böylece efkâr-ı umumiyeye.

2-Eğitimde bir kural vardır. Bir sınıfta bütün öğrenciler zayıf alıyorsa suçlanacak kişi, öğrenciler değil maalesef o notları veren ve belki de bununla övünen öğretmendir. Oysa bizde yıllardan beri insanlar bir şekilde budanır, dışlanır ama ne hikmetse hep gidenler-gönderilenler ya da bu işlerden soğuyup kendini kenara çekenler suçludur. Aykut Ağabey, hep şunu söyler : ”Ben bir kişi hariç kimseye git demedim.” İyi güzel de o kadar giden oldu hangisine: “Ne oluyor kardeşim? Nedir bu tavırlar? Varsa bir durum…” deyip ağabeyliğini layıkıyla yapmış mıdır? Birkaç kişiye denmişse bile bu bir yaprak dökümünü durdurabilmiş midir? Hep yapraklar mı kusurludur, içten içe değişen, zayıflayan çürüyen yeterli besini uç noktalara ulaştıramayan koca çınarın hiç mi suçu yoktur?

Her parti ve teşkilat geçmişte beraber olduğu arkadaşlarını ısrarla bünyesine katmak için çabalarken, bizim bu küskünlüğümüz, umursamazlığımız, eyvallah etmeyişimiz hangi siyasi hareketin manasını bilemediğimiz büyük ve derin uygulamasıdır acaba? Yeryüzünde hangi parti gösterilebilir ki kendi yetişmiş evlatlarını doğraya doğraya hedefe ve kitlelere ulaşabilmiş, davasını zaferle taçlandırmış olsun?

3-Genel Başkan, ne yazık ki yıllardır teşkilatlardan yani sahadan uzaktır. İllerden veya ilçelerden sınırlı kişilerle tlf. vs ile görüşmesi bir parti faaliyeti sayılamaz. Bu noktada sadece genel başkana yüklemeyelim yükü. Ama ne yazık ki yakın çevresi de onu yanlış yönlendirmekte; sancılar yerine güllük gülistanlık manzaralarla oyalamaktadırlar.

Bazen birkaç yılda bir yapılan bölgesel değerlendirme toplantılarında hep şu iletilmiştir : "Genel başkan ve merkez gecesini gündüzüne katmakta fakat teşkilatlar aynı hıza ayak uyduramamaktadır. Bu nedenle daha çok üye yazılması ve Bayrak- Çınar abonesi yapılması istenmektedir." Hatta bazen sayılar da telaffuz edilmiştir. Bir ayda 1000-3000 ya da atış gücüne göre afakî rakamlar.

Bunu bugün çok rahatlıkla söylüyorum; bizi kemiren kurtlardan biri de buydu: "Teşkilatları daima yetersiz ve başarısız görme-gösterme". Bu hastalık bizi yedi bitirdi. Çünkü siyasi hareket –gözünden akıllı seçmenlerin olduğu bir ülkede- gezerek dolaşarak, onun gözüne gözüne sokarak yapılır.

Gündemi hızla değişen, hassasiyetleri farklı bir ülkede siyaset yapacaksanız bunları göz önünden uzak tutamazsınız. Ama biz tuttuk. 80 yaşını geçmiş Demirel’in, Erbakan’ın bile yılda 40–50.000 km yol yaptığı, ülkeyi her vesileyi fırsat bilerek dolaştığı bir Türkiye’de kimse sizin yüz bin kitabınız var diye peşinize takılmaz ve takılmıyor da nitekim.

4-Bu yurt gezisi istekleri dile getirilince hep imkânsızlıklar, parasızlık veya büyük medyanın bize ne yaparsak yapalım yer vermediği ve vermeyeceği savunması dile getirildi. Sayın genel başkan, yola çıkıyorum dese herhalde arabasına koyacak benzini, yiyecek üç beş lokma yemeğini ve sair ihtiyaçları ne yapar eder karşılardık. Allah’a şükür, ticarete atılıp zenginleşen ve zenginleştiği için de küstüğümüz (!) nice arkadaşlarımız farklı faaliyetlerin külfetlerini sırtlayıp götürüyor hâlâ.

Ama biz 80 öncesinin genelde orta ve alt gelirli ailelerinden olduğumuzdan bir de arkadaşlarımızın çoğu memur olduğundan ticaret erbabı kardeşlerimizi de tam anlayamadık. Çoğu dar görüşlü arkadaşlarımıza göre her partili gecesini gündüzünü bu işe verecek, haftalık dergi gazete okumalarını uyuklayarak da olsa takip edecekti. Para, siyasi çalışmalarda hiç de önemli değildi ve çünkü biz de ailesi işi olmayan, üniversitede baba parasıyla okuyan ve bu rahatlıkla her işe koşturan fertlerdik.

Bazı yönlerimiz ve algılamamız tıpkı Küba gibi, 80 öncesinde donup kalmıştı adeta. Ayrıca şu medya meselesine de bu arada değineyim. Evet, partinin ilk çıkışından sonra Özal’ın türlü oyun ve baskılarıyla medya bize sırt döndü. Ama 90’larda kimse bu bahaneye sığınamaz. Bırakın büyük şehirleri pek çok ilçede bile artık özel tv’ler var ve bunlara çok rahat bir şekilde ulaşabiliriz. Genel Başkan geldi de kendisine böyle bir imkân sunulmadıysa o zaman konuşulabilir. Ayrıca il veya ilçe başkanının çıkıp konuşması, parti kitleleşinceye kadar hiçbir şey ifade etmiyor; çünkü genel kitle daha büyükleri hatta partideki en büyüğü istiyor. Tabii görebilirse...

bir sonraki (çözüm önerileri):
http://mucadeleci.blogspot.com/2010/01/ymmden-millet-partisine-dusunceler_1509.html

0 yorum:

Yorum Gönder

"Mücadele Birliği nasıl ki kurluduğu yıllarda sahabe iştiyakı, imanı, gayreti ile çalışmışsa; Bugün de hiç bir grup, parti, şahıs tekelinde değildir.

Bu teşkilatın tezgahından geçenler yine aynı kardeşlik duyguları ile birbirlerine bağlıdır. Bunu ifsad eden, arada husumeti yayanlar asla Mücadeleci olamazlar!"

Son Yorumlar

İman Et
Mücadele Et
Zafer Senindir!
Zafer Hakkın
ve Hakk'a inananlarındır!
Kopyalama hakları: GNU, GÖBL.