Sokakta Ülkücüler, koridorda Mücadeleciler - Osman İridağ
Perşembe, Kasım 22, 2007
Mücadele Birliği çatısı altında toplanan bir grup idealist gencin amacı sağın antitez hareket olmadığını ispatlamaktı. Sol ile mücadeleyi silahla değil fikirle yapmayı amaç edindiler ve Marksizmi bir solcu kadar öğrendiler. Kısa sürede çoğaldılar ve Türkiye’nin ihtiyacı olan ‘milli’ kadronun oluşmasında etkili oldular. Bugün ülkücülerin ve akıncıların gölgesinde kalmalarına rağmen solun en çekindiği hareket olmayı başardılar.
Metin Toker, ‘Solda ve Sağda Vuruşanlar’ kitabında Mücadele Birliği ile Dev—Sol’u mukayese ederek Yeniden Milli Mücadeleciler için sağın Dev—Genç’i tanımını yapmıştı. Yetmişli yılların başında solun en büyük örgütü olan Dev—Genç’in muadilinin Ülkü Ocakları ya da Akıncı örgütleri değil de Mücadele Birliği olarak görülmesi bugün biraz garip görünebilir. Kendisi de Mücadele Birliği üyesi olan Hüseyin Gülerce’ye göre ise bu tanımlama son derece normal; “Biz sokak çatışmalarında olmadığımız için o dönemde nazara verilen daha çok ülkücülerdi. Metin Toker sağın Dev—Genç’i diyerek bilinenin doğru olmadığını, sağdaki en güçlü teşktilatın Mücadele Birliği olduğunu söylemek istiyor.” Sola yakın sağa uzak olan Metin Toker’in bu tanımlaması dışında Mücadele Birliği’nin aktif üyesi olan ve sonrasında hareketten ayrılan Cemil Çiçek de Yeni Şafak’ta yayınlanan röportajında bu hareketle ilgili ilginç bir iddiada bulunmuştu: “Yeniden Milli Mücadeleciler devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde çalıştı.” (site notu: Devlet kurum olarak tabi ki kitlesel hareketlerle ilgilenecek ve bilgi toplayacaktır. Buradan birliğin devlet güdümünde olduğu sonucu çıkartılmamalıdır) İki tanım arasında kalan bu hareket yetmişli yıllara damgasını vuran öğrenci örgütlerinden biri oldu. Sağın fikir kalesiydi, Türkiye’nin ihtiyacı olan kadroları yetiştirmek için yola çıktılar. Ne kadar başarılı oldular? Mücadele Birliği’nin anlamı neydi? Hangi amaçla kuruldu, ne kadarını gerçekleştirdi? Nasıl bir ‘misyon’ üstlendi? Bilgili ve donanımlı insan yetiştirmesindeki sır neydi? Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra neden kendilerini Milli Mücadeleci olarak tanımladılar? Soruları uzatmak mümkün. Cevaplar ise fazlasıyla aşağıda...
Fikre karşı fikir.
Altmışların sonu ve yetmişli yılların başı. Sol üniversitelerde kısa sürede örgütlenmiş ve onbinlerce taraftar bulmuş. Sağda ise örgütlenme Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında devam ediyor. Solla girişilen mücadele sonrası kazanılan bir kale olan MTTB dört yıl süreyle bu işlevini yerine getiriyor. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru üniversitelerde sol rüzgarın karşısında MTTB’nin pasif kalması birlik içinde daha aktif olmak isteyenlerin seslerinin artmasına neden olur. Alparslan Türkeş’in parti kurmasıyla birlikte Ülkü Ocaklarına giden gençlerden ayrı olarak Aykut Edibali ve bir grup arkadaşı da “başka bir çatı” arayışına hız verir. Onlar solun argümanları karşısında sadece antitez olmak istemiyorlar ve karşı tezlerle birlikte solla fikri bir yarışa girmek istiyorlardı. Sol ise örgütlenmesini çoktan tamamlamış, fikri mücadele ile birlikte kendi ifadeleriyle “sokaklara hakim olmuşlardı”. MTTB’den koparak Ülkü Ocakları çatısı altında toplanan milliyetçi gençler sokaklara ve şehirlere inen sol grupların karşısında vatanı koruma görevini üstlenmek zorunda bırakılırken, Edibali ve arkadaşları Mücadele Birliği adıyla bir örgütlenme başlatır. Ancak Mücadele Birliği İstanbul yerine Konya’da kurulur. Edibali ile birlikte bu işin fikir babalığını yapan ve daha sonrasında da teşkilatlanmanın başındaki isim olarak görev yapan Yavuz Aslan Argun derneğin kuruluşunu şöyle anlatıyor: “Aykut Edibali ile biz çocukluk arkadaşıyız. Bütün öğretim hayatımız birlikte geçti. Necip Fâzıl, Nurettin Topçu, Peyami Safa, Nihal Atsız gibi sağın fikir adamlarının düşüncelerini hatmederek büyüdük. Mücadele Birliği fikri bizde uzun süre önce oluştu. Bu arada Afyon’a Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden stajyer vaizler geldi. Değişik camilerde vaaz veriyorlardı. Bu arkadaşları tanıdıktan sonra Anadolu’da ciddi bir kitle olduğunu gördük ve onlara fikrimizi açtık. Bu arkadaşlar 1968 yılında derneği kurdular. Altı ay sonra da İstanbul’a şubesini açtık. Tabii ki asıl merkez İstanbul oldu.”Aykut Edibali hareketin fikir babası olarak kendini görüyor ve kuruluşu 1964 yılına kadar götürüyor. Türk sağının MTTB çatısı altında belli bir noktaya geldiğini; ancak o noktadan sonra yeni arayışların başladığını söylüyor: “İnsanların ülke sorunlarının çözümü konusunda fikrî düşünceye, bilime dayanan bir hazırlığa sahip olmaları gerektiğini söylüyorduk. Amacımız projesi, dünya görüşü, amacı olan insan kadrosu yetiştirmek ve kadrolaşmaktı.” Birlik vitrindeki liderinin de ifade ettiği gibi kısa bir süre içinde üniversitelerde hakimiyet kurmaya başlar. Yüksek Öğretmen Okulları, Mücadele Birliği’nin kalesi haline gelir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bulunan Yüksek Öğretmen Okullarına hakim olmak öğrenci dernekleri için büyük prestij kabul edilmektedir. Çünkü bu okullar Anadolu’nun bütün rengini yansıttığı gibi, en zeki öğrencileri de bünyesinde barındırıyordu. Kendi illerindeki okullarda başarılı olup dereceye giren öğrenciler Yüksek Öğretmen Okullarında okumaya hak kazanıyorlardı. Anadolu’nun muhafazakâr geleneğiyle donanmış gençler “solcu değilsen adam değilsin” mantığının hakim olduğu üniversitelerde kısa süre içinde sol propagandanın etkisi altına girerek, bu özelliklerini kaybediyorlardı. O dönem Yüksek Öğretmen Okulunda öğrenci olan, Zaman Gazetesi yazarlarından Hüseyin Gülerce, namaz kılan, oruç tutan bir çok öğrencinin ilgilenen olmadığı için solcu olduğunu söylüyor: “Dev—Genç bu okulları üs olarak seçmişti. Mücadele Birliği, Ülkü Ocakları ve MTTB’den farklı olarak Yüksek Öğretmen Okullarında daha etkili bir kuruluştu. En güçlü olduğumuz yer ise İstanbul’du. 1970 yılında solcular Fen Fakültesini işgal edip sağcı gençleri okula almayınca biz de Yüksek Öğretmen Okulunu işgal ettik, oraya solcuları almadık.”
Altın dönem
Mücadele Birliği’ni diğer sağ derneklerden ayıran özelliklerinden biri hiçbir siyasi akımın temsilcisi ya da alt grubu olmamasıdır. Siyasi bir harekete dönüşmek yerine ülkeye hizmet edecek insan kadrosu yetiştirmek amaçlanıyordu. Aykut Edibali Türkiye’de yapılan ihtilallerin başarısızlığının en önemli nedeni olarak yetişmiş insan kadrosunun yetersizliğini gösteriyor. Hareket sonrasında dağılma sürecine girmesine rağmen kadro yetiştirme geleneğini uzun süre kaybetmeyerek bir anlamda başlangıçtaki hedefine ulaşmış oldu. Buna rağmen Ülkü Ocakları ve MTTB gibi çatılar varken ayrı bir derneğe neden ihtiyaç duyulduğu sorusu hep akıllarda kaldı. Edibali ile birlikte hareketin fikir babalarından olan Yavuz Aslan Argun bu farklılığı şöyle anlatıyor: “Biz elhamdülillah Türktük ama Türkçülük tarzı bir harekete o günlerde itibar etmedik. İçimizde Türk gökkubbesinin alt gruplarından insanlar var, onlara Ziya Gökalp tarzı Türkçülükle yaklaşmak doğru değildi. Necmettin Erbakan hareketini ciddi olarak hiç tasvip etmedik. T.C. devletinin kuruluşu ile Erbakan hareketinin İslami modeli arasında mutlak bir çatışma olacağını, ileride devletin iktidarına talip olsalar bile bu konuda ihtilaflı bir durumun ortaya çıkacağını ve Türkiye’nin zarar göreceğini düşünürdük. Bunu hissetmiştik.” İnançlarının emrettiği gibi yaşama konusunda da ülkücüleri pasif buluyor, hayatlarının tamamının ‘dava’ya adanması noktasında da bütün sağ gruplardan daha fedakâr olduklarını düşünüyorlardı. MTTB’nin ise disiplin anlamında yetersiz olduğunu ve öğrenci derneği olarak kalmasını istiyorlardı. 20 kişilik bir ekiple kurulan hareketin büyümesi ise oldukça hızlı oldu. 1968 yılından 12 Mart’a kadar geçen dönemi Mücadele Birliği’nin altın dönemi olarak ifade edersek yanlış yapmayız. Hareketin kurucuları arasında yer alan 20 kişiden bir çoğuyla yaptığımız görüşmeden çıkan sonuç bu. Çünkü o tarihe kadar birlik içinde hiçbir ayrım, bölünme ya da ‘isyan’ olmuyor.
“Bir kişinin burnunu kanatmadım”
“Ben hiçbirinin burnunu kanatmadım, çocuğum gibi üzerlerine titredim, sattırmadım, ne kan sattım ne sattırdım. Türkiye’de benden başka hiçbir lider bunu diyemez” Bu sözler Aykut Edibali’ye ait. Edibali’nin kişisel hırsları ve yanlışları nedeniyle ayrılmaların yaşandığını düşünenler bile bu görüşe itiraz etmiyor. Yani sokakların kan gölüne döndüğü yetmişli yıllar boyunca bir tek Mücadele Birliği üyesinin burnu kanamamıştı. Çünkü hareketin özelliğinin başında şiddete karşı olmaları geliyordu. Yavuz Aslan Argun şiddet konusunda örgütün kesin emri olduğunu ifade ediyor: “Arkadaşlarımıza hep sokak kavgalarından uzak kalmalarını söyledik. Mücadele sadece fikri planda yapılacak diye kesin emir verdik. Bizim aktif elemanımız olan hiç kimse bu dönemde öldürülmemiştir. Biz de karşı taraftan kimseyi öldürmemişizdir. Şer hareketlere karşı bunu yapabilmiş olmak bizim en büyük efsanemizdir.” Ancak tamamen şiddet olmadığını söylemek güç. Nitekim Hüseyin Gülerce de silah kullanmadıklarını ama gerektiğinde sopalarla nöbet tuttuklarını ve okullarına yapılan saldırılar karşısında kendilerini müdafaa ettiklerini söylüyor. Bireysel olaylar dışında kurallara katı olarak uyuluyordu. Zaten konjonktür de onların sokağa inmelerine gerek duymuyordu. Hareketin ilk yıllarında sekiz yıl süreyle haftalık olarak yayınlanan Yeniden Milli Mücadele Dergisi’nin (Dergi ismi nedeniyle bu kişiler Yeniden Milli Mücadeleciler olarak da biliniyor) sahibi olan Ömer Ziya Belviranlı, Mücadele Birliği’nin ne olduğunu şöyle anlatıyor: “O günkü şartlarda sağın en büyük eksikliği ilmi temele dayanan fikir hareketlerini modelize edememek olmuştu. Sol karşısında sağ antitez olarak kalıyordu. İnancımızdan ve temel kültür değerlerimizden kaynaklanan ciddi bir doktrin hareketine ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Bunun için temel kaynakların tamamını tarayarak bir inkılap ve ilmi sağ modeli oluşturmaya çalıştık. İlmi sağ, kaynağını doğrudan doğruya inancımızdan alan milli, yerli ve bizim kültür değerlerimizi, sanat değerlerimizi en ince ayrıntısına kadar modelize edip ona sahiplenen bir harekettir. Propagandaya dönüştürülmesi için yapılması gereken eğitim çalışmalarını çok ciddi bir disiplin içinde yaptık. Böylece teşkilatımız bünyesindeki arkadaşlarımızda fevkalade bir kültür birliği oluştu. Bu kültür birliği ortak hareket birliğini sağladı. Bu da ister istemez muhataplarımıza etkisini gösterdi.” Belviranlı, Mücadele Birliği’nin zamanla sağdaki dağınıklığı, kendini ifade edememe problemini çözerek karşı tarafı ciddi anlamda paniğe sevk ettiğini de söylüyor.
Sol kadar solu öğrendiler
Birlik üyeleri kendilerini yetiştirme konusunda o kadar disiplinlidirler ki sadece sağ fikirleri öğrenmek yerine bir solcu kadar Marks’ı, Lenin’i, 17 Ekim Devrimi’ni, sosyalizmi ve solun diğer argümanlarını öğrenmek zorunda kalırlar. Öyle ki bir çok solcuyla girdikleri fikri münakaşada solcuları pes etmek zorunda bırakırlar. Solun ideologlarından biri olan İdris Küçükömer de bu gerçeği teyit ederek, “Bu mücadeleciler solculuğu bizden daha iyi biliyor” demek zorunda kalır. Tabii herşeye rağmen sağın klasik söylemlerinden de kurtulamazlar. Türkiye’de bütün olayların arkasında Yahudi zihniyeti aranıyor, ülkenin komünizm ve siyonizm tehdidi altında olduğu iddia ediliyordu. Zaten Mücadele Birliği üyeleri de kendilerini tanımlarken antikomünist, antikapitalist, antisiyonist, antiemperyalist, milli değerlere bağlı ve İslama saygılı olma vurgusunu yapmayı tercih ediyordu.
En teşkilatlı dernek
Mücadele Birliği’nin özelliklerinden biri de sağdaki en disiplinli teşkilat olmasıdır. Aykut Edibali’nin imzasını taşıyan “Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri” isimli kitapta mücadeleci bir gencin ne yapması, nasıl davranması gerektiği anlatılıyor. Kitap müşterek yazılmış olmasına karşın Edibali’nin ismiyle yayınlanmış. Disiplin ve hiyerarşi anlayışıyla dikkat çeken kitap bir mücadelecinin 24 saatini düzenlemeyi amaç edinmiş. O dönemde hareketin içinde yer alanların bugün de öğünerek söyledikleri bir şey var: “Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir mücadeleciyle tanışırsanız, Türkiye’deki bütün mücadelecilerle tanışmış olursunuz.” Yavuz Aslan Argun’a göre bu kitap sağda ilk kadrolaşma hareketiydi ve ülkücü hareket de bu kitaptan esinlenmişti. Mücadele Birliği’nde diğer sağ örgütlenmelerde görülmeyen uygulamalardan biri de tart olayı idi. İslami hiçbir müessesede uygulanmayan, bir sahabeye Peygamber Efendimiz döneminde çok kısa süreli tatbik edilen ‘tart’ uygulaması mücadeleciler tarafından oldukça sık kullanılmış. Kitapta belirtilen kurallar dışına çıkan birinin hareketle bütün ilgisi kesilmiş, onunla konuşulması yasaklanmış. Türkiye’de sol örgütlerin çok sık uyguladığı bu sistemin fikir babası olan Lenin, Hıristiyanlıktaki aforoz uygulamasından esinlenerek bu uygulamayı başlatmış. Ne yazık ki bu uygulama zaman içinde Yeniden Milli Mücadelecilerin felaketini hazırlamış.
Bilge lider eksikliği
Yaşlı ve bilge bir liderin olmaması hareketteki ayrılmaların nedenlerinden biri olur. Bir kadro hareketi olarak ortaya çıktıkları için doğal lider yoktur. Eşitler içinde en eşit olarak Aykut Edibali lider seçilir. Yeniden Milli Mücadele dergisinde kimsenin imzası kullanılmaz. Yazılar ortaktır, hareket ortaktır, yaşam ortaktır ve dava ortaktır. Bu hareketin Mehmet Zahid Kotku, Necip Fâzıl, Seyyid Abdülhakim Arvasi, Said Nursi gibi bir yol göstericisi de yoktur. Zaman içinde Aykut Edibali’nin şahsi hareket tarzı ve liderlik hevesi de ayrılmalarda etkili olur.
Muhtıra ile gelen kırılma
12 Mart 1971 tarihi, Yeniden Milli Mücadeleciler için de yeni bir dönemin habercisi olur. Hareketin çekirdek kadrosu parçalanır. Necmettin Türinay, Cemil Çiçek, Ömer Ziya Belviranlı, Taha Akyol gibi isimler Mücadele Birliği ile yollarını ayırır. Kimilerine göre bu kırılmanın nedeni Aykut Edibali’nin kişisel yanlışları olurken kimilerine göre de ‘misyon’un bitmesidir. İlk ayrılan grup arasında yer alan Ömer Ziya Belviranlı ayrılma gerekçelerini lidere bağlıyor: “Bazı taktik ve söylem hataları oldu. Bunları mümkün olduğunca düzeltmeye gayret ettik. Fakat bazı dönemlerde fazlasıyla hareketin siyasallaşması, bazı insanların dolaylı etkileri sebebiyle asıl hedeflediğimiz düşüncelerden ve hareketlerden uzaklaştık. Gelişen olayları müzakere etme ve tavır koyma noktasındaki eksiklikler arttı. Bizim hayal ettiğimiz birtakım gelişmeler bazı insanların durgunluğu ve meseleye ciddiyetle eğilmemeleri nedeniyle hüsrana uğruyordu. Alttan gelen isimlerin ön plana çıkması lider pozisyonundaki bazı ağabeyleri rahatsız etti.” Hüseyin Gülerce, Mücadele Birliğinin askeri muhtıra sonrası dağılma sürecine girdiğini düşünüyor: “Bu süreçte Aykut Edibali’nin tavrı çok önemlidir. 12 Mart’tan sonra sanki Mücadele Birliği kendisine verilmiş bir vazifeyi tamamlamış da görevini yapmış, artık kendisine ihtiyaç kalmamış gibi bir anlayışla dağılma süreci yaşadı. Bu dönemde kimlerin, hangi kurumların, hangi şahısların ne şekilde görev yaptıklarını bilemem. Bizim bütün hayatımızı verdiğimiz ve özel hayatımızın tamamen sıfırlandığı bir şekilde çalıştığımız Mücadele Birliğinde 12 Mart’tan sonra yaşananlar arzuladığımız şeylerle hiç bağdaşmıyordu. Yanlışlığı liderinize söylüyordunuz ama o yanlış düzeltilmek yerine daha büyük bir yanlış yapılıyordu.”
Devletin eli
Hüseyin Gülerce Mücadele Birliği için iki tanım yapıyor. İlk tanımda Türkiye’yi kurtarmak için yola çıkan idealist gençlerin samimi tavırlarını örnek verirken, ikinci tanımı bugün bilinen manasıyla yapmak gerektiğini söylüyor ve “Bugün Mücadele Birliği’nin ne anlama geldiğini, asıl itibariyle ne ifade ettiğini en güzel devletin arşivlerinde buluruz” diyor. Bu, Cemil Çiçek’in “Yeniden Milli Mücadele Hareketi devletin bilgisi dahilindeydi” açıklamasıyla örtüşüyor. Aykut Edibali iddiaları şiddetle reddedip, böyle bir şey olsa gocunmayacağını, devletiyle iftihar ettiğini söylerken, Yavuz Aslan Argun da kendilerini yönlendirmek isteyenlerin olabileceğini ancak denilen tarzda bir durumu bilmediğini söylüyor. Belki de birlik ile ilgili en çok yapılan spekülasyonun başında bu konu geliyor. Yavuz Aslan Argun, hareketi fikirleriyle etkileyen isimlerden biri olarak Ziya Uygur’u gösteriyor. Argun, emekli bir asker ve Emekli Orgeneral Nurettin Ersin’in sınıf arkadaşı olan Ziya Uygur’la ilgili şunları söylüyor: “Kendisi asker emeklisi, ciddi, kaliteli, bilgili bir insan. Bizim siyasi ufkumuzu açan çalışma ve eğitimleri oldu. Ciddi olarak tabi olmak değil fakat söyledikleriyle yön tesbitinde bize istikamet verdi, okuma yönünde teşvik etti. Okuyarak, çalışarak meselelere doğru yaklaşmamız gerektiğini gösterdi, dost düşman ayrımını onun sayesinde daha iyi anladık.” Ziya Uygur’la girilen yakın ilişki hareketin devletle olan bağlantısı konusunda akıllardaki soru işaretlerinin artmasına neden olur. Yeniden Mili Mücadele Dergisi’nin devlet güçleriyle ilgili yayınlarında da gözle görülür bir değişim yaşanır. Bu organlara yapılan vurgu ve yüklenen anlam artar.
AP ile gelen bölünme
İlk kırılmanın ardından hiçbir şey eskisi gibi olmasa da Mücadele Birliği gerek yayınları, gerekse etkinliği ile kendine biçtiği misyon doğrultusunda faaliyetlerine devam eder. Yetmişli yılların ortalarına kadar küçük bölünmeler yaşanır; ama bunlar belirleyici olmaz. 1975’e gelindiğinde hareketin siyasal parti haline gelmesi için çalışmalar yapılır. Aykut Edibali, Millet Partisi’ni ele geçirerek siyaset yapma isteğini gösterir. Ancak başta Yavuz Aslan Argun olmak üzere beyin takımında olanlar itiraz eder. Argun’un fikri merkez sağda herkesi toplayan bir partide siyaset yapmaktır: “Türkiye’de sol ve sağ çatışma yükselirken mutlaka askeri müdahalenin ülke için gerekli olduğunu görüyorduk. Bu kavgayı ayıracak olanlar, ayırma anında yeni bir siyasetin oluşmasına neden olacaklar. Mücadeleciler de merkez sağdaki büyük partiyle birleşerek siyasete devam edebilirler diyorduk. Ama Aykut Edibali kendi inisiyatifiyle Millet Partisi fikrini ortaya attı.”Millet Partisi fikrinin tabandan gelen tepkiler sonucu başarıya ulaşamaması birliğin siyaset arayışında yeni hedefler belirlemesine neden olur. Bu kez de merkez sağın en büyük partisi Adalet Partisi ile ilişki başlar. Tabandan gelen itirazlara rağmen yönetim AP ile anlaşıp, bu partinin gençlik kollarını örgütleme yoluna gider. Yeni söylem Mücadele Birliği’nin doğuş gerekçeleri arasında yer alan siyaset dışı kalma ilkesinin tamamen sona erdiğini gösterir. Ayrılmalar artar ve 12 Eylül darbesi olmadan Hüseyin Gülerce’nin ifadesiyle Yeniden Milli Mücadelecilerin yüzde 95’i yuvayı terk eder. Bir dönem aynı davaya hizmet ettikleri arkadaşlarıyla mücadeleye girmemek için de yeni bir oluşum istemezler. 12 Eylül sonrası Aykut Edibali kendisini terk etmeyen arkadaşlarıyla birlikte Islahatçı Demokrat Parti’yi kurarak Mücadele Birliği’nin yerinin artık siyasal parti çatısı olduğunu göstermek ister. Ancak birlikte yola çıktığı insanların büyük kısmı artık yanında değildir. Yetmişli yıllarda Yeniden Milli Mücadele Dergisi’nde yazılar yazan ve hareketin içinde yer alan Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren siyasallaşmanın normal ama zaman ve yönteminin tartışmalı olduğunu düşünüyor: “Siyasallaşmanın zamanı mıydı? Açılım alanı AP mi olmalıydı? Bunlar üzerinde düşünülecek, tarifi yapılacak konular. Daha sonra bu hareket bağımsız siyasal hareket olarak ortaya çıktı. Mücadele Birliği AP ile ilişki kurarken kendi kadro bütünlüğünde bir yaralanma yoktu, ama IDP hareketine geldiğinde düşünce çizgisi itibariyle de ciddi bir sapmanın içine girdi.” Mücadelenin ilk yıllarında hareketin kalesi olan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenci liderliği yapan ve bugün Öğretim Üyeleri Derneği Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Şefik Dursun amaçlarının asla siyaset olmadığı iddiasında: “Bu memlekete bağlı, zekası iyi, kabiliyetli insanları eğitmek, birbirlerini sevdirmekti amaç. Toparlanalım da Türkiye’nin siyasetini şöyle yapalım demiyorduk. Milli devlet diyorduk. Bu milletin menfaatlerine dayalı çözümler üretecek, milletini kucaklayacak bir devlet arzumuz vardı.”
Kardeşlik birliği
Birlik dağılmış olsa ve ayrılanlar eski liderleri hakkında hiç de iyi sözler söylemese bile ayrılanlar kendi aralarındaki ilişkiyi koparmamayı başarır. Bu Türkiye’de sol örgütlerin en iyi yaptığı işlerin başında geliyor. Bugün resmi olarak hiç bir örgütlenme altında bir arada değiller; ama hâlâ birbirlerini seviyor ve kolluyorlar. Bunun sırrının ne olduğunu yine kendilerine sorduk. İşte Ömer Ziya Belviranlı’nın sözleri: “Bizim aramızdaki ilişkilerde fikir beraberliği ötesinde müthiş bir ideal birliği vardır. Bu öz kardeşliğin üzerindedir. Her şeyiyle paylaşım, yardımlaşma öyle bir alışkanlık haline gelmişti ki bizi gören insanlar farklı gözle bakmaya başladılar. Biz de birbirimize daha fazla sahiplenmeye başladık.” Hüseyin Gülerce de bu sorunun cevabını uzun yıllardır düşündüğünü belirterek şöyle bir cevap bulduğunu söylüyor: “Biz o dönemde canımızla imtihan olduk. Yanınızdaki arkadaşınız kurşunlanıyor, dövülüyor ve hiç bir özel hayatınız yok. Kendinizi tamamen Allah rızası için milletinize adıyorsunuz. Aslolan Türk milletinin geleceğidir, kurtulmasıdır diyorsunuz. Birbirimizle karşılaştığımız zaman aradan geçen 30 sene bir anda kayboluyor.”
“Türkiye’yi salladık”
Bugün artık ellili yaşlarını yaşayan ve bir dönem üniversite gençliği üzerinde etkili olarak ‘milli’ kimlikle donanımlı kadroların yetişmesinde öncülük yapan Mücadele Birliği artık tarihte kaldı. Peki hedeflerine ne kadar ulaştı? Son sözü Aykut Edibali’ye bırakıyoruz: “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.”
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11777
3 yorum:
Türkiye'yi salladık.
Şimdi ise Muhteşem Türkiye'yi kuruyoruz inşallah...
'zafer hakkın ve hakka tapanlarındır'
"zafer hakk'ın ve hakk'a inananlarındır!"
Yorum Gönder