Gelenekten Geleceğe “Yeniden Milli Mücadele” - 1

Salı, Haziran 09, 2009

BİR AKSİYON, BİR KADRO, BİR DEVLET
Gelenekten Geleceğe “Yeniden Milli Mücadele”


1960 Darbesi Sonrası Yeni Türkiye Portesi

Türkiye’de çok partili hayata dair anlatımlar; darbelerin, darağaçlarının, asker postallarının, “yine de şahlanıyor aman” sözlerinin, değişen anayasaların gölgesinde yapılmış ve son zamanlarda adından sıkça bahsedilen “birinci cumhuriyet-ikinci cumhuriyet” sınıflandırması ya da bir başka deyişle “Cumhurun halka barışması” ilkesinin temeli Demokrat Parti hükümeti (DP)ve “Merkez-Çevre” ilişkisine bağlanmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kadrolarının tek parti hükümetleri boyunca hem siyasi hem bürokratik kadroları temsil etmesi, devlet görevlilerinin halka yönelik baskısı ve parti tabanının bürokrat, orta sınıf kentli ve toprak ağalarına dayanmasından oluşan merkez-çevre arasındaki iletişim kopukluğu; halkın devlete küsmesine neden olmuştur. Türkçe ezan okunması, kuran öğretiminin yasaklanması, Ankara’nın eski kent merkezi olan Ulus’a şalvarlı vatandaşların sokulmak istenmemesi; şehirlerde halkın, dolayısıyla da dinin ve kültürün görünürlüğünü azaltmıştır. Çevrenin yani halkın merkeze yani bürokrasi ve siyasete küskünlüğünün nedeni ise CHP iktidarları boyunca uygulanmak istenen “Köylü köyünde kalsın” kampanyalarının yanı sıra inanç özgürlüğüne yönelik kısıtlamalardır. Çeşitli dönemlerde yaşanan gerilimlerin ardından 1945 yılında CHP köylüleri sistemin içine alamadığını fark etmiş ve dünyada yavaş yavaş etkisini hissettiren gıda krizinin meydana geldiği sıralarda toprak reformu tartışmalarını başlatmıştır. Beş yüz dönümün üstündeki arazilerin parçalanarak küçük köylülere dağıtılmak istenmesi toprak ağalarıyla CHP yöneticilerinin arasını bozmuş, başka bir deyişle merkez kendi içindeki ilk kırılmasını yaşamıştır.

"Devlet Ayağınıza Geldi"

II. Dünya Savaşını demokratik ülkelerin kazanmasının ardından doğu ve batı arasında bloklara ayrılmış yenidünya ilişkilerinde İsmet İnönü’nün batıya yönelmesinin de etkisiyle Türkiye’deki demokratikleşme süreci hızlanmıştır. Sonrasında NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) ve buna benzer topluluklara girmek için demokratik bir ülke olmanın gerekliliğine karar verilmiş ve 1945 yılında ikici bir partinin kurulmasına, yönetime aday olmasına izin verilmesiyle Türkiye’nin kaderi değişmiştir. Feroz Ahmad’ a göre çok partili hayata geçişin ardından CHP din politikalarını yeniden gözden geçirmeye başlamıştır; çünkü halka şu ya da bu şekilde yararı dokunan reformların birçoğu halkı siyasete ilgisiz hatta düşman haline getirmiştir. Siyasal popülaritenin artma umudu ve seçmeni etkileme çalışmalarıyla CHP dini konularda ‘ödün’ verme gereksinimi hissetmiştir (1995, s 440).

Celal Bayar’ın hayır işlerindeki hassasiyetinin bilinmesi, Adnan Menderes’in Aydınlı bir çiftçi olması ve Anadolu kültürüne hâkim olması, Fatin Rüştü Zorlu’ nun dini kimliğiyle tanınması ve DP yöneticilerinin köy köy, belde belde gezerek seçim çalışmaları boyunca halka “Devlet ayağınıza geldi” mesajının verilmesiyle; halk Demokrat Partiye dindar, muhafazakâr ve kendi sorunlarını Cumhur’a arz edecek bir arabulucu misyonu yüklemiştir. 1950 genel seçimlerinde %52,68 oranıyla iktidara gelen DP; köy ve şehir yollarını birbirine bağlayarak, tarımın makineleştirilmesine katkıda bulunarak, turizmi yeni ve alternatif bir sektör haline getirerek ve en önemlisi köyden kente göçü bir tehlike olarak algılamayarak hatta gecekondu yapımlarını yasaklamayarak, şehirlerde hemşeri derneklerinin kurulmasına müsaade ederek politik ve ekonomik olduğu kadar kültürel manada da Türkiye’deki denge taşlarını yerinden oynatmıştır.

Feroz Ahmad’a göre dini gruplar DP nin kuruluş gününü “Ateist partisinden kurtuluş günü” olarak kutlamış ve başlangıçta “dini” hassasiyetleri ön planda tutulmayan partiye kendilerini kurtaracak bir güç gözüyle bakmıştır.(1995, s37) Eric J. Zürcher’e göre ise, Menderes’in hayırsever çalışmalar yürütmesi, halkın içinden gelmiş halk adamı olması toplumdaki otoritesine katkıda bulunmuştur. Londranın Gatwick havaalanında meydana gelen kazadan mucizevî kurtuluşunun ardından muhafazakâr çevreler bu olayı ilahi boyuta taşımış ve Menderes’in süper insan olduğu inancı toplumun DP ye limitsiz bir kredi vermesine neden olmuştur (1993).

1950 yılından sonra ülkemizde olduğu kadar dünyada da yeni akımlar farklı oluşumlara neden olmuş, yükselen değerler değişmiş ve buna bağlı olarak kentlerin yapısı, şehir hayatı, kentin ve kentlilerin yeni kimlikleri, en çok da ortaya çıkan sosyal sınıflar arası kayma ve bunun sonucu olan yeni ve herkese yabancı olan kültürler her yerde etkisini göstermeye başlamıştır. DP hükümetleri boyunca kentlerdeki camii sayısının arttırılması, Cumhuriyet tarihinin o güne dek bakım yapmayı reddettiği türbelerin tamir edilmesi, diyanet işleri başkanlığının bütçesinin arttırılması ve en çok da köyden kente göç eden Anadolu halkının gittikleri şehirlerde daha iyi maddi imkânlara sahip olması; üniversitelere gitmesi ve siyaset saflarında görünmeye başlamasıyla Türkiye gündeminde konuşulmaya başladığı günden itibaren popülaritesini hiç düşürmeyecek olan “laik-anti laik” tartışmaları başlamıştır.

Bir Darbe, Bir İdam, Bir Rejim

Bu tartışmaların sonucunda 27 Mayıs sabahı “rejim elden gidiyor” şemsiyesine tutunanların darbe yapmasına ortam hazırlanmış, ilahiyat fakültesinin ilk başörtülü kız öğrencisi Hatice Babacan “bu baş bu bedenden ayrılmadıkça başımı açamazsınız” diyerek üniversitelerde ve sonrasında ülke geneline tam kırk yıl boyunca karşımıza çıkacak olan “kamusal alan” problematiğinin ilk vakası sayılmış, darbeden sonra milletin devlet için var olduğu gerçeği su yüzüne çıkmıştır. 27 Mayıs ihtilâlinin ardından halk; devlet ve millet arasında “oradakiler buradakiler” diyerek tavsiye edilmiş ve yine rejimin sürekliliği düşüncesiyle devletin milletten ayrılması; DPT nin kurulması, TRT nin bağımsız olması, üniversitelerin özerkleştirilmesi, hükümetlerin yetkileri ellerinden alınarak belediyecilik mantığıyla çalışmaya mahkûm edilmesi, genel ve yerel seçimlerin arasındaki teorik farkın pratikte yok edilmesi I. Cumhuriyet dönemini kapatıp, II. Cumhuriyetin başlangıcı sayılmış ve “Hayır diyelim, hayır olsun” felsefesiyle kabul edilmiş 1960 Anayasasıyla ‘atanmışların seçilmişleri denetlemesi’ resmen onaylanmıştır.

27 Mayıs ihtilali Demokrat Parti kadrolarını iktidardan düşürmek yapılmış, bir başka deyişle merkez sağın gücünü kırmak için harekete geçirilmiş olsa da; her darbe gibi o da üzerine yürüdüğü ve bir tehlike olarak gördüğü gücün aslında ‘halk’ olduğunu anlayacak ve darbe sonrası Türkiye’ye dalga dalga yayılan “İslami uyanış ve muhafazakâr milliyetçilik” karşısında sistemden men edilmek istenen sivil inisiyatifin güçlenmesine engel olamayacaktır.

Sağdaki Gençlik Hareketleri

Türkiye cumhuriyetinin ilk yıllarında pasif bir direniş içinde olup, sistemden “umudunu kesmiş” halk, altmışlı yıllarda sistemle arasında hayati kanallar kurmuş, başka bir deyişle sistemin içinde kendi kendine yol açmaya başlamıştı. O güne dek İslami hayat tarzı şeyhlerin, ulemaların, Osmanlı uzantısı medrese öğretisinin temsilcilerinin kontrolü altında tutulurken, bu bağlılık ve teslimiyet siyasi otoritede de kendisini göstermiş ve muhafazakâr çevrelerde halka ‘siyasi eğilimleri yönlendirilmiş birey’ rolü çizilmişti. Altmışlı yıllara gelindiğinde köylerden, kasabalardan büyük kentlere yapılmış göçün de etkisiyle kentler yeni ev sahipleriyle tanışmış ve tanışmanın ardından okullardan işyerlerine, sokaklardan evlerine Yeni Türkiye Modeli bizzat iç dinamikleri tarafından taşınmıştı.

Dönemin konjonktürüne uygun olarak kurumsallaşmış, doğru söylem ve propaganda faaliyetleri ile her geçen gün güçlenen sol; gerek kullandığı argümanlar, gerekse uyguladığı strateji bakımından “geleneksel” müslümanların zihnini karıştırmaya başlamıştı. Çareyi İslam’ın yeniden okunup araştırılmasında bulan muhafazakâr genç kesim; Mısır, Suriye, Pakistan ve Ürdün gibi ülkelerdeki İslami uyanış hareketlerini incelemiş, çeviri kitaplar ve sıfır noktasındaki okumalarla İslam-siyaset-kültür üçgeninde ufkunu genişletmişti. Hurafelerden ve bid’ atlardan arınmak isteyen, okuyan, araştıran ve ülke yönetimi hakkında artık ‘söyleyecek sözü olan’ sağın hızlı gençleri; kuran ve sünneti yeniden anlama, hicret, şahadet, İslam devleti, İslami mücadele, İslam ve siyaset gibi konularda okumalar ve tartışmalarla belki de sonunun nereye varacağının çok da farkında olmadıkları bir yola çıkmıştı.

İslami Uyanış

Gençler arasındaki bu değişim ve gelişimin ilk ürünü olan Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) muhafazakârlar arasında kurulan ilk legal gençlik teşkilatıydı. Bunun yansıra dönemin Yüksek İslam Enstitülerinde bazı “ağabeyler” liderliğinde küçük cemaatler kurulmuş; yazarlar, şairler, tarihçiler II. Cumhuriyetin İslam dokusunu geliştirmek isteyen gençlerine ihtiyaç duydukları kapıları aralamıştı. Hamza Türkmen’e göre bu gençler sayesinde “Asırlardır mezhepçiliği, tarikatçılığı, büyükleri kutsamayı ve şerhçiliği dinin aslı sayan, ‘ahir zaman’ beklentisi içindeki Anadolu insanının okuyan ve düşünen unsurları İslam’la yeniden kavuşma imkânına sarılıyordu. 1945–46 lı yıllardan beri genellikle dini yayınlar aracılığı ile elde edilen yarım yamalak doğrular, zihinlerde daha bir aydınlanıp tamamlanıyordu”. (1994, 39:1) Ancak bu uyanış belirli çevreleri ve en çok da rejimin muhafızlarını rahatsız etmeye başlamıştır. Türkiye de İslami çeviri kaynakların satır satır okunduğu bir dönemde, gençler arasındaki bilinçlenme başka bir deyişle milli uyanış doruk noktasına ulaşırken; muhafazakâr, devletçi, sağcı ve buna benzer kimliklerinden arınarak ortak noktalarda buluşan gençlerin fikirleri, toplantıları, tartışmaları egemen güçlerin hoşuna gitmemiştir. Sağda İslami bir uyanış başlarken; sol da hep ileriye yönelik adımlar atıyor; üniversitelerde örgütleniyor, forumlar, mitingler ve gösteriler boyunca hükümeti istifaya çağırır.

Milletim Uyan!

Altmışlı yılların sonuna doğru ülke gündemi yeniden karışmıştır. Ufukta görünen ikinci bir darbenin gün gelip de gerçekleşme ihtimali üzerinde çok durulmasa da solun üniversitelerde örgütlenmesi altmış anayasasını hazırlayan akademisyenlerin bile “Bu kadar özgürlük fazla” düşüncesiyle olaylara yaklaşması, gençlerin sol tarafından yeni bir mücadeleye davet edilmesi birkaç yıl sonra yaşanacakların birer habercisidir. O dönemde sağ ve sol arasındaki kamplaşma hızla büyürken ve ‘sol’ üniversiteli gençler arasında bir çözüm kapısı olarak algılanırken; sağdaki gençler MTTB çatısı altında toplanıyor; sola ve ülke sorunlarına karşı sivil inisiyatiflerini bu şekilde ortaya koyuyorlardır. Ancak altmışlı yılların sonuna doğru soldaki profesyonel kadroların karşısında MTTB pasif kalmış; Alparslan Türkeş’in parti kurmasıyla sağcı gençlere MTTB nin alternatifi olarak ülkü ocaklarına gitmeye başlamış ve böylece MTTB içindeki gençler yeni bir kapı arayışı içine girmişlerdir. Ve sonunda MTTB içinde belli bir noktaya gelen fakat sonrasında yeni arayışlar içinde kendini bulan bir grup genç Mücadele Birliği (MB) adıyla bir örgütlenme başlatmışlardır.

Kadroların Vazifeleri

Birliğin kuruluşunun 1964 yılına dayandığını söyleyen Aykut Edibali’ ye göre Mücadele Birliği İnsanların ülke sorunlarının çözümü konusunda fikri düşünceye, bilme dayanan bir hazırlığa sahip olmaları gerektiği inancıyla ortaya çıkmıştı. Amaçları ise projesi, dünya görüşü, amacı olan insan kadrosu yetiştirmek ve kadrolaşmaktır (İridağ, 2003, 424:1).

İlk olarak Afyonda bir “halk çalışmasında” birkaç arkadaşıyla bir araya gelme imkânı yakalayan birliğin kurucusu ve hareketin fikir babası olan Edibali Kadroların Vazifeleri adlı kitabında halk çalışmalarını ‘kültür birliği olarak tanımlamış ve en az üç en çok yedi kişi ile gerçekleştirilen bu çalışmalar hareketin çekirdek kadrosunun nasıl oluştuğuna’ ışık tutmuştur.

Mücadele birliği kuruluşunun ardından üniversitelerde ses getirmeye başlamış, Anadolu’nun her yerinden başarılı öğrencilerin tercih ettiği Ankara, İstanbul ve İzmir’de bulunan Yüksek Öğretmen Okullarındaki öğrenci derneklerine hâkim olmuş, üniversiteli her gencin mutlaka bir yanının solcu olduğu tezini çürüterek muhafazakâr gençler arasında büyük bir itibar sahibi olmuştur. Öğrencilik yıllarında mücadele birliği çatısı altında bulunan Hüseyin Gülerce’ ye göre namaz kılan, oruç tutan birçok öğrencinin ilgilenen olmadığı için solcu olduğu bir süreçte Dev-Genç Yüksek öğretmen okullarını üs olarak seçmiştir ve mücadele birliği, ülkü ocakları ve MTTB den farklı olarak bu okullarda itibarı yüksek bir kuruluş olmuştur. Birliğin en güçlü olduğu yer ise İstanbul’dur (İridağ, 2003, 424:2).

Anti-Komünizm

Gülerce’ nin de ifade ettiği gibi Mücadele Birliği İslami hassasiyetleri olan gençler tarafından kurulmuştur. Fikri, siyasi ve aksiyoner olarak İslam’ı anlamayı ve anlatmayı bir görev haline getirmiş çekirdek kadro; II. Dünya savaşının ardından bloklara ayrılmış yenidünyada, tarafını batıdan yana kullanan Türkiye’ ye Sovyetlerden yani doğudan gelecek kominizim tehlikesine karşı ülkesini için endişe duyarken batılı devletlerce desteklenen mason locası faaliyetlerine, İslam’ı yozlaştırmayı ilke edinmiş organizasyonlara da karşı çıkmaktadır. Necmettin Erişen, Mücadele Birliğinin kuruluş aşamasını uzun müddet Kuran-ı Kerim üzerinde yapılmış çalışmalar, ayet tasnifleri ve hadis çalışmalarının ardından dönem içinde yoğun bir bilgi birikime ulaştıktan sonra etraflarına etki edecek canlı bir bakışa sahip olduktan sonra teşkilatlanma şeklinde özetlemektedir. (1994, 39:1)

Türk ve İslam dünyasındaki başarılı ya da başarısız tüm çalışmalar önceden gözden geçirildikten sonra Mücadele Birliği 1967 yılında kurulmuştur. Mücadele birliğinin çekirdek kadrosu olan gençler o dönemde çeşitli vasıtalarla birbirleriyle tanışmış; Afyon’da, Konya’da ve diğer illerde yapılan küçük faaliyetler yeni kurulan teşkilatın içinde bir araya gelerek, bir kimlik ve ruh kazanmıştır. Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun, Mevlut Baltacı, İrfan Küçükköy, Kemal Yaman, Necmettin Erişen gibi isimler artık bir araya gelmiş ve ülke tarihinden hiç silinmeyecek bir uyanışın hikâyesi ufukta görünen darbeden ve yaşanacak günlerden habersiz olarak yavaş yavaş büyümeye, büyürken gelişeceği ve değişeceği zamanlara kendisini hazırlamaktadır.

Sağda ve solda faaliyet gösteren diğer birliklerin aksine hiçbir siyasi görüşün temsilcisi, alt grubu, isim değiştirmiş destekçisi olmayan mücadele birliğinin kuruluş amacı ülkeye hizmet edecek insan kadrosu yetiştirmektir. Aykut Edibali’ye göre Türkiye’de yapılan ihtilalerin başarısızlığının en önemli nedeni yetişmiş insan kadrosunun yetersizliğidir (İridağ, 2003, 424:2).Hareketin iç meselelerinden dolayı dönem dönem yaşadığı kriz anlarında bile karo yetiştirmeyi devam ettirmesi, mücadele birliğinin amacına ulaştığının en büyük göstergesidir. Kuruluş aşamasından itibaren hareketin içinde bulunan Yavuz Aslan Argun “Biz elhamdülillah Türktük ama Türkçülük tarzı bir harekete o günlerde itibar etmedik. İçimizde Türk gök kubbesinin alt gruplarından insanlar var, onlara ziya Gökalp tarzı Türkçülükle yaklaşmak doğru değildi. Necmeddin Erbakan hareketini ciddi olarak hiç tasvip etmedik. TC devletinin kuruluşu ile Erbakan hareketinin İslami modeli arasında mutlaka bir çatışma olacağını, ileride devletin iktidarına sahip olsalar bile bu konuda ihtilaflı bir durumun ortaya çıkağını ve Türkiye’nin zarar göreceğini düşünürdük. Bunu hissetmiştik”(İridağ, 2003, 424:2).

Mücadele Birliği faaliyet gösterdiği dönem içindeki en iyi kurumsallaşmış legal birliktir. Yine Yavuz Aslan Argun’a göre bu birlik sağdaki ilk kadrolaşma hareketidir ve ülkücü hareket de ‘kadroların vazifeleri’ kitabından esinlenerek oluşturulmuştu (İridağ, 2003, 424:2). Kadroların vazifeleri kitabının yazarı Edibali’ye göre mücadeleci bir gencin neyi nasıl yapması gerektiği anlatılırken, mücadelecilerin 24 saatlerinin düzenlenmesi amaçlanmıştı. Ve Türkiye’de herhangi bir mücadeleciyle tanışırsanız, bütün bir Mücadele Birliğini tanımış olursunuz sözü de kadroların vazifelerinden hareketle geçerlilik kazanmıştı.

Milli Ordu, Milli Devlet, Milli Ekonomi

Mücadele birliğini zirveye taşıyan ve mücadelecilerin tarih nezdinde Yeniden Milli Mücadeleciler olarak anılmasına sebep olan Yeniden Milli Mücadele (YMM) mecmuası 3 Şubat 1970 tarihinde öğrenci harçlıkları ve eşlerin bozdurulmuş bileziklerinden elde edilen gelirle çıkmaya başlamıştır. Toplam on altı sayfa olan dergi büyük boy olarak hazırlanmıştır ve ön-arka kapak sayfaları resimli ve renkli olarak basılmıştır. Tirajı 12.000–20.000 arasında olan derginin dağıtımı yine kadro elemanları tarafından yapılmakta; sloganlar ve vurgulu cümlelerle, büyük bir gösteriyle satışı yapılan dergi her geçen gün dikkatleri daha da çok üstüne çekmeyi başarmıştır. Sonrasında da bütün işi yalnızca dergi çıkarmak olan bir yazar kadrosunun emeğiyle en çok okunan haftalık siyasi dergi haline gelmiştir. YMM dergisinin yayın politikalarını belirleyen ve YMM hareketi kadrolarının eğitiminde esas aldığı çalışmalardan üçü, derginin ilk yayın yılında ön ve arka kapak iç sayfalarında yayınlanmıştır. Bunlardan biri hareketin doktrini (akaidini), dile getiren ilmi sağ, bir diğeri hareketin fikri ve siyasi kimliğini vurgulayan inkılap ilmi ve üçüncüsü de hareketin method ve stratejisine açıklık getiren yeniden milli mücadelenin stratejisi başlıklı yazılardır (Türkmen, 1994, 39:3).

Yeniden Milli Mücadele Dergisi

YMM dergisinin ilk sayısının başyazısında da “Neden çıkıyoruz?” sorusunun cevabı açıklanmıştır. “Milli ekonomimiz Beynelmilel Yahudiliğin tezgâhladığı kapitalist sistem vasıtasıyla tahrip edilmektedir. Ekonomimiz istihlak ekonomisi haline gelmiştir. Milli gelirin %50 sinin yurt dışına kaçtığı, gayri milli sermayenin ekonomideki düzeni alt üst ettiğini vurgulayan mücadeleciler siyasette olduğu kadar ekonomide de kapitalizm karşısında milli bir tutum içindeydiler. Ekonomiyi “kapitalizm ve kominizim bloklarını da, İran ve Bizans devletlerinin akıbetlerinden kurtaracak hiçbir imkân yoktur zira insan yapısının kanunu istisna tanımaz. Nasıl eski sol rejimleri, maddi üstünlük kurtaramadı ise, bu günün sollarını da üstünlük kurtaramayacaktır” (YMM, ilmi sağ, 1970, 21:1).

Yine YMM dergisinde bütün bunalımların çözüm yolunun Kuran-ı kerimi yeniden okumaktan geçtiğinin üzerinde duruluyor ve “Hayatın bütün hadiselerini tek bir kitap çözecektir bu da kurandır. Kuran; her türlü tahrif ve sapmadan korunmuş, beşeriyetin daimi kurtuluş kitabı” olduğu söylenmektedir (YMM, ilmi sağ, 1970, 15:1).

Yalnız sola karşı bir anti tez değil dünyadaki sağ ve sol kavramlarını yeniden düşündürmeye teşvik eden ve sistem içindeki memnuniyetsizlikleri anlatmak isteyen YMM dergisinin başyazısında “Sağ ve sol ayrımını, sosyal sistemlerin farklılığına değil; insan kâinat, hayat telakkisi ve düşünce metoduna bakarak ayrım yapmak gerekir. Bu sebeple komünist çevrelerin ısrarına rağmen belirtmek icap eder ki, ne içinde yaşadığımız kapitalist sistem sağdır, ne de liberalizm”(YMM, 1970, 16:1)

Üniversitelerdeki olayların arttığı bir dönem olan 4 Nisan 1970 tarihinde Konya’da düzenlenen Milli mücadele birliği mitinginde “Yaşasın Milli ordu” “Yaşasın Milli Devlet” sloganlarıyla pek çok kesimin orduyu karşına aldığı bir dönemde muhafazakâr çevrelerde ordu konunda farklı açılımlar kazandırmıştır.

12 Mart 1971 muhtırasının ardından, istifaya zorlanmış bir hükümet ve üç üniversiteli solcu gencin idam edilmesi sürecinde devam eden sıkıyönetim kararları nedeniyle her siyasal oluşum gibi Mücadele Birliği de darbeden payına düşeni almış ve kapatılmıştır. Kapatılmanın ardından altın çağını geride bırakan Mücadele Birliğinde kadro değişiklikleri yaşansa da geriye kalanlar yollarına devam etmişler; artık legal bir kimliği olmayan birliğin yalnız siyasal açılımlarla sınırlı kalmayarak, sosyokültürel anlamda da faaliyet göstermesine karar vermişlerdir.

Komünist İhtilallere Karşı Tedbirler

Feroz Ahmad “Türk ordusunu ulusal mücadeleye hayati bir katkıda bulundu; ancak zaferden sonra kurulması gerek rejimin türü hakkında bir mutabakat yoktu” sözleriyle tanımlar Türkiye’de ordu- siyaset arasındaki gerilimin başlangıcını (1995, s17). Cumhuriyet kurulduktan sonra modernleşmenin halk ayağıyla değil de ordu ve siyaset aracılığıyla yapılmış olması, ordu ve devlet arasındaki bağlılığı arttırmış, başka bir deyişle her yanı “bu vatanı biz kurtardık, sahibi biziz” düşüncesi sarmıştır. Modernleşmenin ordu ayağıyla gerçekleşmesi, askerin sosyal açıdan hem devleti temsil edip ve onun kaynaklarını kullanıp; aynı zamanda “bunu asker yaptı” imasının dönem dönem vurgulanması çok partili hayata geçişin ardından yapılacak ihtilalerin daha o günden habercisidir aslında. Çünkü William Hale’ in bahsettiği gibi gelişmekte olan Türkiye’de “Acemi bir asker orduya toy bir genç olarak girer, dinç bir asker olarak çıkar. Orduda kendisine okuma-yazma öğretilir; spor ve sağlık hizmetlerinden yararlanır ve yurt sevgisi artar” (1996, s440).

“Ordu millet el ele” sloganıyla yola çıkan mücadeleciler 12 Mart muhtırasının ardından birliklerinin kapatılmasına rağmen, hiçbir zaman için ordu’ya karşı tavır almamış ve asker onların karşısında durduğu zamanlarda bile “milli ekonomi-milli kültür-milli devlet” sentezinde fikirlerini ifade etmişlerdir. 12 Mart 1970 muhtırasının ardından ülkeyi saran komünizim gelecek mi korkusunun paralelinde yani ordunun halkla barışın yolunu aradığı bir dönemde Mücadele Birliği kapatılmış olduğu halde, 1972 yılında Konya’da düzenledikleri “Milli Karar” mitinginde “Komünistler kahrolsun”, “Ordu Millet El ele” sloganı atmış ve komünizmle mücadele konusunda devlet dolayısıyla da askeri desteklemişlerdir. Bu sırada yayın hayatına devam eden YMM dergisinde de bazı değişikler görülmektedir. Dönemin konjonktürüne uygun olarak daha önce “Aziz Millet, Millet Evladı” söylemleri yerini “Aziz Türk Milletine” devretmiş, derginin başyazarı Aykut Edibali’nin “Komünist İhtilalere Karşı Tedbirler” yazı dizisi kitaplaştırılmıştır. Cunta döneminden ve devlet güvenlik mahkemelerinden bahsedilen kitap yayınlandığı yıllarda, komünist baskı karşısında kalan halk ve elbette ordu bu kitabı incelemiştir. (Haksöz, 1994, 39:4)

Ümmügülsüm TAT

Araştırmanın ikinci bölümü için tıklayınız

2 yorum:

Ziyaretçi,  12 Haziran 2009 22:59  

Kaleminize, elinize sağlık Ümmügülsüm Hanımefendi. Amatör bir ruhla başlayan bu sitenin, gün geçtikçe gelişme eğiliminde olduğunu, belirli bir dinamizm yakaladığını görmek, uzaktan izleyen bizleri sevindiriyor.

Mücadele'nin tarihi yazılsın, yazılsın ki açtığı yol, açtığı ufuk bilinsin.

"Radikalleşmeden", "Müslümanca" yaşayabilmenin ve İslâmî uyanışın tohumlarının atıldığı bu kutlu mektebin hakkı teslim edilsin.

MÜCADELECİLER, MÜCADELECİLİKLERİNİ SAKLAMASIN.

GURURLA, İFTİHARLA, BİR MADALYA GİBİ TAŞISIN.

Ziyaretçi,  13 Haziran 2009 22:32  

Evet Değerli Altınbaş,
Önemli bir konuya temas ettiniz.
Geçenlerde bir arkadaşımzla onu konuşuyorduk.Mücadele Birliğinde bir ilin en üst sorumluluk makamında bulunmuş veya çalışmalarda önemli görevlerde bulunmuş arkadaşlarımız özgeçmişlerini yazarken bakıyorsun o bölüm yok.
Tabii anlayamıyorum. Bu arkadaşlar açıklarlarsa memnun olacağız.
Yeniden Milli Mücadele,HORASAN ERENLERİNİN ŞANLI TOPLULUĞUDUR.
YENİDEN MİLLİ MÜCADELE VE MİLLET;
İDEALİST TÜRK İNSANININ MODERN ÇAĞLARDA YAZDIĞI BİR DESTANDIR...
Mehmet MUTLUOĞLU

Yorum Gönder

"Mücadele Birliği nasıl ki kurluduğu yıllarda sahabe iştiyakı, imanı, gayreti ile çalışmışsa; Bugün de hiç bir grup, parti, şahıs tekelinde değildir.

Bu teşkilatın tezgahından geçenler yine aynı kardeşlik duyguları ile birbirlerine bağlıdır. Bunu ifsad eden, arada husumeti yayanlar asla Mücadeleci olamazlar!"

Son Yorumlar

İman Et
Mücadele Et
Zafer Senindir!
Zafer Hakkın
ve Hakk'a inananlarındır!
Kopyalama hakları: GNU, GÖBL.